Osmanlı Döneminde Bolu Paşa Vakıfları kitabında “İstanbul’a ve Anadolu’nun çeşitli kentlerine gönderilen meyvelerin çok büyük bir bölümü Gerede’de üretilmektedir. En önemli sanayi kolu marangozluktur. Gemi yapımı için gerekli malzemeler doğrama işleri ve kerestecilik önemli faaliyet alanlarıdır.” der.
Tanzimat’ın İlk Yıllarında Bolu kitabında “Osmanlı döneminde sarayın ve bazı devlet ricalinin yakacak ihtiyaçları ve Tersane-i Amire için kereste ihtiyaçlarının büyük bir kısmı Bolu ormanlarından temin ediliyordu.” der.
Benim çocukluk yıllarımda Gerede ormanlarından kütük ağaç gibi ihtiyaç olan kereste, Gerede Orman İşletmesi’nden alınarak, Ankara’ya köylüler tarafından öküz arabalarıyla götürülürdü. Geçmiş dönemlerin yaşlı insanları sohbet esnasında hatıralarını anlatırken “Biz Ankara’ya kira çekerken” diye söze başlarlar idi. 5-10-15 kişilik guruplar halinde öküz arabalarıyla 7 günde Ankara’ya ağaçlar götürülerek teslim edilir ve geri dönüşte de boş arabalarıyla 3 günde geldiklerini söylerler idi.
Başbakanlık arşiv belgelerinde “18. yüzyılda Rusya ve Avrupa’dan gelen birçok hekim, Gerede bölgesinde tıpta kullanılan bitkiler üzerinde araştırma yapmıştır. Tıpta kullanılan bitkilerin Avrupa-Hindistan yolu (İpek Yolu) üzerinde bulunan Gerede’den Avrupa pazarlarına ihraç edilme imkânı vardı.” denilmektedir.
Gerede’de, Şehri ve köyleri kuşatan meyve ve sebze bahçeleri mükemmel bir çeşitlilik arz ederler. Şeftali, kayısı, kiraz, vişne, armut, elma, ayva, erik, badem, fındık pek güzel olur. Kasabanın her tarafı meyve ağaçları ile donatılmış. Gerede bölgesi, gül yetiştirmeye ve gülyağı üretmeye de uygundur. Vaktiyle gül yetiştirip gülyağı üretildiği kalıntılarıyla sabittir. Çakılköy ve Mircezopran köyleri tarla, eski bina ve gül bahçesi kalıntıları arasında keskin kokulu güllere rastlamak mümkündür. Ömer Cevahircioğlu da, şekercilerin, köylerden getirerek yabani güllerle yaptıkları reçellerin tadının bambaşka güzellikte olduğunu söyler. Memaliki Osmaniyye ise, Gerede’nin meyve yetiştirmek için dünyanın en birinci iklimine sahip olduğunu yazıyor. Gerede en güzel şifalı bitkilerin yetiştiği yerdir. Kitaplarda rastlayamadım ama birkaç kişiden dinledim. Gerede bal üretiminde de çok ileri olduğu hatta İstanbul’a, saraya balların Gerede’den gittiğini duymuştum. Havasının, suyunun, toprağının çok temiz olduğu ve her türlü meyve ve sebzenin, şifalı bitkilerin yetiştiği Gerede’nin balları da elbette en lezzetli ve en şifalı bal olur.
Evliya Çelebi ise “Suyu ve havası güzel yayla yerdir. Halkı son derece sağlam yapılıdır. Soğuğu pek meşhurdur.” der.
Küçük Asya’da ise “Modern Gerede şehri oldukça büyük bir endüstriyel hareketlilik sergiler. Çok sayıda yetiştirilen keçi ve koyun sürüsü ve derisi şehre canlılık sağlar. Şehir bahçelerle çevrilidir. Süsü yalnızca ormanları değil, şehri ve köyleri saran meyve ve sebze bahçeleri mükemmel bir çeşitlilik sergiler. Avrupa’nın bütün meyveleri burada şaşırtacak kadar başarı ile yetiştirilir. Şam fıstığı gibi sıcak iklim meyveleri de yetişir.” demektedir.
Memaliki Osmaniyye’de “Çayırlık ve meyve ağaçlarıyla ziynetlenmiş vadilerden oluştuğu ve şehrin etrafı da meyve ağaçları ve bahçelerden oluşmaktadır. İkliminin müsait ve güzel olması da meyve ağaçlarına ve meyvelerine de sirayet etmiştir. Meyve yetiştiriciliği yönünden dünyanın en birinci iklimine sahiptir. Arazisinde gayet kıymettar vadiler mevcuttur. Bolu Sancağının meyve ihtiyacının büyük kısmını Gerede karşılar. Kazada 50.000 liralık meyve çıkar. İstanbul ve diğer memleketlere, şehirlere buradan gönderilir.” der.
İbni Batuta, Gerede “Civarın en soğuk beldesi diyebilirim!” der.
Evliya Çelebi “Suyu ve havası güzel yayla yerdir. Halkı son derece sağlam yapılıdır. Soğuğu pek meşhurdur. Halkı sağlıklı, gösterişli, şecaatli (yiğit, cesur) Türk taifesidir.” diye tarif eder.
Bolu Livası’nda “Ezmine-i kadîmede (eski çağlarda) Gerede’nin bağlık, bahçelik, ormanlıktan ibaret ve Gerede ile Bolu arasındaki yolun ağaçlarla muhattır (çevrilidir). Havasının itidali (uygun olması) arazisinin tabiatı (yaratılışı) gülcülüğün ihyasına (canlandırılmasına, uyandırılmasına) pek müsaittir.” der.
Kamusû’l-A’lam’da ise “Gerede’nin toprağı gayet münbit (verimli) olup, buğdayı, arpası ve diğer hububatlarıyla meyve ve sebzelerin bütün çeşitleri olur. Kara ve sarıçam ile meşe ve gökçe ağaçları vardır. Koyun ve tiftik keçisi çok olup, tiftik, yapağı, yağ ve peyniri çok olur.” demektedir.
Ahmet D. Altunbaş Twitter’de: “Gerede’deki şeftali kayısı, kiraz armut ağaçları dünyanın en lezzetli meyvelerini veriyor. 1.762.061 kuruş vergi tarh edilmesinde (konulmasında) Gerede’nin çok zengin bir kaza olduğu belli oluyor.” dedikten sonra vergi tablosunun fotokopisini de yayınlamıştır.
1909 tarihinde Samat Köyüne gelin olarak gelen ninem “Ben Samat köyüne gelin olarak geldiğimde köyün etrafı ormanlarla kaplıydı. Yaylamız da eski yayla idi” derdi. Köy ile Dümenler arasındaki “Armutluk” denilen yerin de armut bahçeleri ile çok eski yıllarda kaplı olduğu söylenirdi. Köyün Eski yayla denilen yerden köye doğru uzanan dere de boylu boyunca armut, ahlat, alıç ağaçları ve kışburnu çalısı ile kaplı idi ve çok güzel sağlıklı ve lezzetli meyveler olurdu.
Ayrıca bu derenin doğu tarafındaki “Çatacuk” denilen yer de armut, elma, erik, ahlat, alıç gibi ağaçlarla kaplı idi. Kışburnu çalıları da bir hayli fazlaydı ve buralarda yetişen meyvelerin tadına doyum olmazdı. Köyde ilk defa bahçeyi Süleyman Candan denilen vatandaşımız yaptı ve ondan sonra da ben yaptım. Bahçeyi yaptığım yıllarda çok güzel sağlıklı meyveler yetişti, çok güzel kokan güller açtı ama son zamanlarda o randıman tamamen kayboldu. Köyün güney tarafında bulunan o iki deredeki meyve ağaçları da tamamen kuruyarak kayboldu. Köy meralarında yetişen yabani ahlat ve alıç gibi ağaçlar da hep hastalıklı bir hale geldi. Köy içinde yetiştirilen bahçelerde de sağlıklı ve randımanlı yetişen ağaç kalmadı. Geçmiş yıllarda hiç ilaç kullanmadan gayet doğal yetişen bu ağaçlardan, şimdi ilaçlarla bile o randıman alınmıyor. Evliya Çelebi’nin “Suyu ve havası güzel yayla yerdir, halkı son derece sağlam yapılıdır.” dediği Gerede’nin havası kirlendi, suyu kirlendi, toprağı kirlendi, iklimi değişti ve geçmiş yıllarda yetişen güzel görünümlü, güzel kokulu ve çok lezzetli gıdalar da yetişmiyor, insanlarında da o sağlık kalmadı ve çok insan ilaçlarla hayatını devam ettiriyor. Biz, tabiatı korumasını bilirsek, tabiatta bizi korumasını bilir. Biz tabiatı korumasını bilmezsek tabiat da bizden intikamını böyle alır.
Tarım ilaçları, Egzozlardan, bacalardan çıkan zehirli gazlar, yaktığımız ateşlerin dumanları, yangınlar, poşet ve naylon atıkları gibi daha niceleri hem havayı, hem suyu, hem toprağı kirletip zehirliyor. Geçmiş yıllarda Gerede ve köylerinin her tarafı hep ormanmış. Ormanlar ve ağaçlar ise hem havayı, hem toprağı ve hem de suyu temizliyor. Tabiat ise kendi kendini yeniliyordu. Günümüzde ise tabiatı o kadar çok kirlettik ki, tabiat kendi kendini yenileyemez hale geldi. Tarlalara kadar, ormanlara kadar her tarafı çöplük haline getirdik…
Eskiden atık diye bir şey yoktu. Nüfus da bu kadar kalabalık değildi. Atılan şeyler de doğal olduğu için atılan yerde gübre oluyordu. Günümüzdeki atık maddeler gibi tabiatı zehirlemiyordu…
Uzmanların buna bir çözüm bulmaları gerekir. Geçmişte olan, günümüzde de olur. Ama bu hastalığın nedenlerini bulup, o hastalık nedenlerini ortadan kaldırarak çözüme de ulaşılmış olur.