Bolu’daki Uğurlu Naib Tekkesinin kurucusu Seyyit Fazlullah Paşa Hz. Ali soyundandır.
Hafız Raşit (Şeyh Mustafa Sabri Efendi’nin Amcasıdır): “Şeyhlik makam olarak bir kimsenin şahsında temsil edilse de, müessese olarak aileye aittir; aile fertleri arasında birbirine tevarüs eder. Bu münasebetle yedi göbek sülalemizde Urnib (Uğurlu Naib’in kısaltılmışı) Tekkesi şeyhliği de hep babadan oğula intikal etti.” der.
Annem: “Şeyh Kamil Efendi, vefat eden Şeyh Abdullah Efendinin cenaze namazını kıldırırken, ovadaki bütün nebatat ve mahlûkatın da namaza durduğunu, söğütler serviler ve kavakların cemaatle birlikte rahmetli için, “iyi biliriz” diye haykırdığını ve yüksek sesle Fatiha okuduğunu, şehre akın eden köylülerin rivayet ettiğini söyler. Şeyh Abdullah Efendi, Urnib Camii’nin avlusuna defnedildi.” derdi.
Şeyh dedem (Mustafa Sabri Efendi), Bolşevik denilen millicilerin hedefi olacağı tekkeyi koruyabilmek için ailesinden herhangi birinin evin dışında görülmemesine çaba harcıyor, üç oğlunu, kapı ve pencerelerini sıkı sıkıya kapattığı tekkenin altındaki yatırların arasında saklıyordu.
Mustafa Sabri Efendi’nin Üç oğlu vardır. Fahrettin, Bedrettin ve Şemsettin’dir.
Fahrettin gezici başöğretmendir. Orman memuru olan kayınpederi Tahsin gibi içki âlemlerinin değişmez kişilerindendi.
Fahrettin Tekindor içki âlemleri yaptığı arkadaşlarıyla ava gider, arkadaşları döner ve o kaybolur, cesedi gölde ölü olarak bulunmuştur.
Bedrettin: Öğretmen.
Şemsettin: Önce, Dörtdivan-Kadılar Köyünde vekil öğretmenliği yaptı. Sonra İstanbul’da okuyup inşaat mühendisi olarak döndükten sonra, Yazıkara Köyünde vekil öğretmen olarak işe başladı ve iki yıl sonra İnşaat mühendisi olarak görev aldı.
Büyük ve ortanca oğlunun devlet kapısına yerleştiğini gören dedem de iyiden iyiye, eski şaşaalı günlerini geride bırakan tekkeye kapanarak kendini ibadete adamış.
Şeyh Mustafa Sabri Efendinin oğlu Bedrettin, “Medrese mezunu, tekke çocuğu, öldüğü güne kadar kadercilikten de, Allah’ın bağışlayan yüzünden de ısrarla uzak durdu. Onun inancında kulluk yoktu. Tanrının birliğine inanarak, ona ulaşma yolunda yüreğindeki coşkuyu tanırdı. Felaha ve arınmaya varma adına ibadeti, coşkusuydu onun. Yaradan’ıyla arasında dokuduğu dünyaya hiç kimseyi sokmadı; onu tasalandıran dünyevi ve uhrevi hiçbir şey yoktu sanki. Ölümü düşündüğünü anımsatan tek kelime duymadım ağzından; sonsuza uzanışın o kaçınılmaz infazı, doksanında dahi çok uzağındaydı onun”
Öğretmenliğe 1926 yılında, Gerede’nin Çoğullu Köyünde başlayan babam” Uğurlunaib Tekkesi’nin ayin ve zikir kalabalıkları içinde büyüyen medreseden icazetli, Şeyh Mustafa Sabri’nin oğlu olan Bedrettin, Cumhuriyetin zor anlarında köy öğretmenliği yapar.
Dedem, şeyhlik postuna kendisinden sonra babam Bedrettin’i düşünmüş olmalı ki, iyi bir din adamı yetiştirmek istediği için dedem, babamı medreseye verir. Babam Bedrettin 1920 yılında medresede okuyormuş.
Babam Bedrettin hafızlık düzeyinde olmasa da gür sesiyle Kur’an-ı çok güzel okuyan, eski yazıyı seri ve düzgün yazan bir talebe olarak “aliyyül âlâ” ile (medreseden) icazet aldı.
Elifbadan alfabenin, festen şapkanın, ümmetlikten ulusluğun, kulluktan yurttaşlığın, Allah-u Ekber’den Tanrı ululuğun aydınlığına, karanlık tekke odalarında doğup, Cumhuriyette kendi geçmişlerinin alternatifi olmayı başarabilen kişidir.
Bedrettin, Çoğullu Köyü’ne öğretmen olarak geldiğinde köyde okul yoktu. Okul için kaymakam, muhtar ve öğretmen bir araya gelirler. Muhtar ve babam Çoğullu’da kaymakam Mithat Kemali, elleri göbeklerinin üstünde ve başları eğik dinledi. Ama kaymakam bastırıyordu: “Mektep meselesini nasıl halledeceksin?” Muhtar: “Caminin avlusuna bir yer yaparız. Avlumuz müsaittir. Köyün malı olarak münasip başka yerimiz de yok.” der.
Kaymakam bu kelime üzerine işaret parmağını muhtarın burnuna uzatarak bağırmaya başladı: “Muhtar efendi, muhtar efendi!. Hafız mektebi değil, Cumhuriyet mektebi olacak burası… Elinden gelse muallimin kafasına bir de sarık geçirmeye niyetin var galiba. Camiye nasıl yer bulduysanız, mektebe de öyle münasip bir yer bulacaksınız anladın mı? İşte o kadar…” (Devamı gelecek…)