Tencere Kapakları…
Gerede’ye 70’li yılların ortalarında Ankara tarafından gelmeye başlayan ilk TV yayınını, Fotoğrafçı Sudi’nin stüdyosundaki televizyonda ve Adnan Yazıcıoğlu’nun dükkan vitrinindeki televizyonda görmeye çalışırdık.
Fotoğrafçı Sudi’nin bir bölümünü stüdyo olarak kullandığı evi, Büyük Caminin hemen alt tarafında eski kasap dükkânlarının arka tarafındaki caddede, önceleri nal mıhçı barakalarının bulunduğu, sonraları yağ yoğurt pazarının olan yerde köşedeydi. Aynı yerde evi olan arkadaşım İsmail’le bir akşam okul dönüşü, Fotoğrafçı Sudi’nin evinin çatısında uzun bir boruya taktığı büyük TV anteni ile uğraştığını görmüştük. Bize seslenip yardıma çağırdı. O çatıda anteni ayarlarken, biz stüdyodaki TV’nin görüntüsüne bakıyorduk. Yukardan görüntü geldi mi diye bağırıyor, biz de gelmedi, gelmedi diye cevap veriyorduk. Karlı bir görüntü ortaya çıktığında geldi geldi diye çağırıyorduk. Aşağı inip bakıyor, karlı olduğunu görünce kendi kendine kızarak tekrar yukarı çıkıyordu. Uzun uğraşlardan sonra ancak karıncalı da olsa izlenebilen bir görüntü geliyordu.
Sonraları yayın güçlenmiş, Kiliseli Han ve Metin abinin (Töngemen) kahvehanelerindeki televizyonlarda Dünya Kupası maçlarını genç-ihtiyar gece yarılarında seyretmiş, Muhammet Ali’nin şampiyonluklarının sevincini yaşamıştık. 80’lerdeki ihtilal yıllarındaki sokağa çıkma yasakları bile maçlar için delinebilmişti.
1979 da Almanya’dan getirip, evinin çatısına diktiği uzun bir boruya, tencere kapakları ilave ederek kurduğu kırlangıç antenle yayın almaya çalıştığı 61 ekran renkli TV’sinde, bir milli maçı seyretmek için gittiğimiz komşumuz rahmetli Fehmi Ünal (Masaranın Fehmi), televizyonun görüntü ve renk ayarını maç başından sonuna kadar yapamamıştı. Maçı seyredemesek de bu Gerede’de gördüğüm ilk renkli TV idi.
Televizyonun ortaya çıkması Geredelilerin de ilgisini çekmişti. 70’li yılların başlarında izine gelen Almancıların, ellerinden düşürmedikleri radyo teypler gibi, 70 yılların sonlarına doğru kilitli raflar veya çok amaçlı televizyon dolaplarında evlerimizin başköşesine yerleşen siyah beyaz tüplü televizyonlar, gelen misafirlerin sayısını da artırmıştı.
90’lı yıllarda kanal sayısı artmaya başlayan ve Esentepe eteğinde, su deposu yanına kurulan aktarıcı ile netleşen TV yansıtıcısından faydalanarak, 1993’te Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefatı nedeniyle, rahmetli öğretmen Necmi Kıbrıs ve öğretmen arkadaşımız İbrahim Kılıçlı ile Belediyede yaptığımız fotoğraflı anma programını bilgisayarda düzenleyip, Gerede TV adıyla kısa bir süre deneme yayını olarak gerçekleştirmiştik. Daha sonra Gerede’de iki mahalli özel radyo kurulacaktı. Bunlardan biri Gerede FM olarak halen yayınına bölgesel olarak devam ediyor.
80’li yıllara kadar, bir iki kamu kuruluşu ve belki bir iki ev dışında telefon yoktu, ama mektuplarımızı gönderdiğimiz PTT de, konektör kablolu telefon santraliyle bizi Gerede dışına bağlayan rahmetli Hacı Zeki Gayret amcamız vardı. Bir de mors alfabesi ile telgraf gönderilen manipülatör.
Sonraları yavaş yavaş 80’li yılların ortalarına doğru evlerimizde santral bağlantılı, numara yazdırmalı çevirmeli manyetolu telefonlar ortaya çıkmaya başladı. Yine jetonla çalışan ankesörlü telefon kulübelerinin ortaya çıkması ve elle çevirmelilerin tuşlu hale gelmeleri bile çok önemli bir modernleşmeydi.
şimdi akılsızı, akıllısı olan ve ilköğretim çağındaki çocukların bile ellerinden düşmeyen telefonlar, 60’lı, 70‘li yıllarda çok basit bir şekilde de olsa kullanılıyordu. Nasıl mı? Hatırlayın bizim çocukluğumuzda haberleşmemizin ilk örneği olan iki kâğıt kutu veya iki boş ayakkabı boyası kutusu arasında gerdirdiğimiz kınnap ipinden oluşan ses iletebilen düzeneği.
Bu milletin hayalleri engellenmeyip uyarılsaydı zekâsı neler icat etmezdi ki?
Devam edecek.