Yumuşacık bir yorgandır kar.
Bembeyaz, tertemiz…
Toprak için ve toprağın üzerindeki yorgun düşmüş çiçekler için, çimenler için bembeyaz ve tertemiz bir yorgandır kar.
Üşümesinler diye onları sımsıkı sarar. Kış boyunca o beyaz yorganın altında çiçekler mışıl mışıl uyurlar. Biz üşürüz ama onlar üşümezler. Neden? Onları da koruyan sonsuz bir rahmet var. O engin rahmet, kar örtüsünü yorgan yapar, onları sarıp sarmalar.
Bir gün gelir, bir diriliş müjdesiyle üzerlerindeki yorgan alıverilir. Uyanıverirler çiçekler, çimenler ve toprak. Yani kar yağıyorsa bahar yakındır.
Bazıları acele eder. Oysa her şeyin vakti vardır. Bir tebessümle yarıverir karları çiçekler, başlarını uzatıverirler yattıkları yerden. Kardelen mi dersiniz siz onlara? Çiçeklerin gülücüklerine, o sıcaklığa karlar bile dayanamaz. Güzel eserlerin güzel yüzlerinde güzelliği seyretmek de apayrı bir güzellik.
Karlar eridikçe topraklar suya doyar. Kana kana içerler âb-ı hayatı çiçekler. İçtikçe serpilirler. Serpildikçe güler, neşelenirler. Tesbihlerini güzel yapmanın dersini verirler. Ormanlar, tarlalar, bahçeler şenlenir.
Çiçekler bahara hazırlanır o bembeyaz yorganın altında… Rahmetin en güzel, en nadide hediyelerini, renkleriyle, kokularıyla göstermek için heyecan duyarlar.
Çiçeklerde bizi çeken ne var? Yağan karda bizi çeken ne var? Gülümseyen bir çocuğun yüzünde bizi çeken ne var? Ne olduğu belli: Rahmetin tebessümü var.
Biz de tefekkürümüzü, hamdimizi, şükrümüzü o yüzlerin yüzünde takdim ediyoruz Rabbimize…
Güzellikleri yaratan Allah’a (cc) hamd olsun.
Haktan bahar fermanı geliyor, karlar eriyip gidiyor. Kış bitiyor, bahar geliyor ve çiçekler merhaba diyor. Sarı, beyaz, pembe, mor, rengârenk çiçekler… Bir halı gibi süslüyorlar yerin yüzünü. Her mevsimde ayrı bir halıyla kaplıyor Rabbim yeryüzünü. Kışın beyaz, ilkbaharda yeşil halıları seriyor. Belli ki halıları seren biri var… Yürüyelim o bahar halılarının üzerinde diye halılar seriyor yere Rabbimiz. Farkında mıyız acaba?
Hangi çiçekten bahsetsem ki size? Erguvanlardan mı, güllerden mi, papatyalardan mı, yoksa sarı lalelerden mi, gelinciklerden mi? Hepsinin yüzünde aynı tebessüm var. Bir yeri değil, her yeri şenlendiriyorlar. Belli ki, her yerin sahibi bir. Belli ki bütün yüzlerde tebessümü yaratan bir.
Dağlar dile geliyor onların tebessümüyle. Ovalar zikre başlıyor onların tebessümüyle. Gökte yıldızlar, yerde çiçekler… O güzel yüzlerdeki tebessüme hayran olmayan kim var ki? Melekler bile hayran. Biz de geri düşmeyelim, katılalım bu koroya…
O sessiz zikirleri duyuyordu eskiden annelerimiz, ninelerimiz. Onun için ilgi gösteriyorlardı çiçeklere. Çiçekler de karşılıksız bırakmıyordu ilgilerini. Sadece su vermek, toprağı eşelemek değildi onların işi. Saçtıkları kokudan tesbihlerine, rengârenk hamdlerine şahitlik ediyorlardı maşallah diyerek, barekallah diyerek.
Evet, kalp kulağıyla bu zikirler dinlenir. Saksıdaki çiçekten bahçelere geçilir. Bahçelerdeki her bir ağaç ayrı bir kitap olur, ağaçlardaki her bir yaprak ayrı bir ses olur, satır olur okumasını bilen insan için.
Karlar konuşur; insan dinler.
Gökler, yıldızlar konuşur; insan dinler.
Çocuk konuşur; insan dinler.
Dağlar, ovalar konuşur; insan dinler.
Çiçekler konuşur; insan yine dinler, yine dinler…
Dinlediklerini ve işittiklerini kendi diliyle, kendi zikriyle sunar Rabbine.
“Ey Rabbimiz” der, yerde hiçbir çiçek, gökte hiçbir kar tanesi yoktur ki, Senin rahmetinden bir müjdeci olmasın. Güneş, Senin rahmetinle doğar. Tohum, Senin rahmetinle çatlar. Çiçek, Senin rahmetinle açar. Ağaçlar, Senin rahmetinle donanır; Senin rahmetinden meyveler sunar bizlere. Sen yaratmasaydın, kuru dallar ne verecekti ki bizlere?
Bir sofra kaldırılır, ardından binler sofralar serilir… Sen Rahman’sın! Misafirlerini en güzel ağırlayansın. Rezzak’sın! Rızkımızı en güzel şekilde verensin. Rahîm’sin! Hannan’sın! Mennan’sın! Bizi aziz bir misafir gibi ağırlayan Sensin ey Rabbimiz! Senden başka kim yapabilir ki? Bizi terbiye edip, hücreden insan mertebesine çıkaran, küçücük tohumları terbiye edip ağaçları yaratan, meyveleri çıkaran Sensin. Yağ tabakası gözümüzden bu güzellikleri gördüren Basîr de Sensin.
Senin hidayet nimetin olmasaydı, bizim taşlardan farkımız kalmazdı ki… Gökyüzünü yıldızlarıyla süsleyen Rabbim… Yarattığın ne varsa her şey, her birimiz Senin kullarınız. Ancak Sana kulluk ederiz ve ancak Senden yardım dileriz ey Rabbimiz.
Bir isteğimiz daha kaldı Senden. Şu dünya günlerinden geriye ne kaldı bilemiyoruz. O gün geldiğinde adını anarak gitmek isteriz şu güzel gezegenden. “Rabbim Allah, Peygamberim Hz. Muhammed Mustafa (asm)” diyerek gitmek isteriz bu misafirhaneden. Dünyadayken tattırdığın bu nimetini son olarak bir kez daha, son nefeste tattırır mısın Rabbim?
Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlü
Karapınar Camii İmam Hatibi / Halil Doğanay