19 Eylül Gaziler Günü anısına açıklama yapan Gerede Müftülüğü “Rütbelerin en üstünü şehitlik ve gaziliktir” dedi.
Vatan; insanın üzerinde yaşadığı, acı ve tatlı birçok hatıralarını yaşadığı bir mekândır. Bir toprak parçasının vatan olabilmesi kolay değildir. Yüzlerce yıl yurt edinilen, uğrunda şehitler verilerek kanla yoğrulan toprak parçası vatandır. Uğrunda can verilen ve üzerinde bir medeniyet kurulan yerdir vatan. Yoksa uğrunda kan akıtılıp can verilmeyen toprak parçasının adı vatan değildir. Ünlü şâir Mithat Cemal Kuntay, bu gerçeği şöyle dile getirir.
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak, eğer uğrunda ölen varsa; vatandır.
19 Eylül Gaziler Gününün 93. yıldönümü nedeniyle günün önemini anlatan Gerede Müftülüğü; vatan, bütün kutsal değerlerimizin toplandığı yer olup, bir toprak parçasından çok, tüm manevi değerlerin yaşandığı bir ortam olduğunu söyledi.
Vatan, bizim için bir bahçe, bir nehir, düşmanlara karşı savunduğumuz bir kale, istirahata çekildiğimiz bir huzur eve benzeten Müftülük Yetkkilileri, “Zira sevgiler onun kucağında yaşanmış, ocaklar onun kucağında tütmüş, acı tatlı bütün hatıralarımızda onunla birlikte olmuşuzdur. Vatan olmaksızın millet, millet olmaksızın da devlet olamaz. Bir milletin varlığı, vatanının varlığına, aynı zamanda hür ve bağımsız olmasına bağlıdır” dedi.
Bu vatanın mübarekliğine dikkat çeken Mehmet Akif mısralarında şöyle der:
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda! Canı cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Dünyada, namus ve şerefi koruyarak huzur ve güven içinde yaşamak, ancak bağımsız bir vatana sahip olmakla mümkün olur diyen Müftülük “Dini görevlerimizi yerine getirmemiz de yine vatan sayesinde mümkün olur. Bu sebeple yüce dinimiz vatanın korunmasına büyük önem vermiş, vatan sevgisini imandan saymıştır. Vatanı korumak hem dinî hem de milli bir görevdir. Dinimiz, insanın hak ve hürriyetlerini garanti altına almayı ve barışı gaye edinmiştir. İslam dinî, hiçbir insanın ezilmesine ve baskı altına alınmasına izin vermez. Düşmanlara karşı çarpışmayı emretmesi de, tamamıyla temel hak ve hürriyetlere saldırıyı ortadan kaldırmayı, adaleti ve hakkaniyeti yeniden kurmayı hedeflemesindendir. Bu konuda Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır. “Sizinle savaşanlara karşı, Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah, aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara 2/190)” diye konuştu. İstiklal ve hürriyetimizi korumak için her bakımdan güçlü ve muhtemel bir düşman saldırısına karşı hazırlıklı olmanın önemine değinen Gülbe, konuşmasını şöyle sürdürdü; “Savaş, insanların yaşayışında arzu edilmeyen fakat millet hayatında kaçınılması mümkün olmayan bir olaydır. Savaş için hazırlıklı olmayan, gerektiğinde vatanı, istiklal ve hürriyeti için maddî manevî bütün varlıklarını veremeyen milletler, tarih sahnesinden silinmeye veya esâret altında yaşamaya mahkûmdur. Bu itibarla istiklal ve hürriyetimizi korumak için her bakımdan güçlü ve muhtemel bir düşman saldırısına karşı her an hazırlıklı olmaya mecburuz”. Bu konuda Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır; “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez” (Enfal, 8/60) Sevgili Peygamberimiz (a.s.) de birçok hadislerinde vatan sevgisinin ve savunmasının önemli bir görev ve sevabı çok bir hareket olduğunu haber vermişlerdir. Bu konuda birkaç hadis zikredelim: “Siz düşmanla karşılaşmayı dilemeyiniz; karşılaştığınız zaman da sabır ve gücünüzle karşı koyunuz.” (Buhari, Cihad,112; Müslim, Cihad,19.) “İki göze ateş dokunmayacaktır. Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri de Allah yolunda, gece vakti karakol bekleyen ve düşman gözleyen göz” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12.)
“Bir gün bir gece hudut boyunda nöbet tutmak, gündüzleri oruçla, geceleri de ibadetle geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Vazife başında ölürse, yapmakta olduğu amelin sevabı ve rızkı devam eder ve kabir fitnesinden kurtulur.” (Müslim, İmâre, 163.).”
Rütbelerin en üstünü hiç şüphe yok ki şehitlik ve gaziliktir, şehitlik ve gazilik rütbesinin hayat karşılığında elde edilmekte ve inanç sayesinde kazanıldığına işaret eden açıklamada, “İnsan çalışarak pek çok rütbe ve unvanlar elde edebilir. Şehitlik ve gazilik rütbesi ise, hayat karşılığında elde edilmekte ve inanç sayesinde kazanılmaktadır. Bu bakımdan rütbelerin en üstünü hiç şüphe yok ki şehitlik ve gaziliktir. Şehitlik mertebesine yükselmek hem Cenab-ı Hak katında, hem de halk yanında büyük bir şereftir” ifadelerine yer verildi.
Açıklamada, şehit isminin, Allah’ın huzurunda diri olarak hazır bulunup, nimetlere erişeceği ve cennete gireceğine şahit olunacağı için bu adı aldığını, gazi ise, Allah yolunda ve vatan uğrunda savaştığı ve şehit olmayı arzu ettiği halde ölmeyip, sağ kalan kimse için verilen ad olduğunu ifadelerine yer verildi.
Müftülük, gazi olan insanın da şehit olmak ve bu mertebeye yükselmek için savaştığından dolayı şehitler derecesinde kabul edildiğini belirterek, “Bu konuda sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Bir kimse Allah yolunda şehit olmayı can-u gönülden isterse, yatağında ölse bile, Allah onu şehitler derecesine ulaştırır.” (Müslim, İmare. 156-157.) sözlerine yer verdi.
Cenab-ı Hak, şehitlerin ölü değil, diri olduklarını ve O’nun tarafından rızıklandırıldıklarını bildirdiğinin altını çizen Müftülük, “İnsan, ölmekle bu mertebeye yükseldiği halde, Yüce Allah, onların ölü değil, bizim anlayamayacağımız bir hayat ile diri oldukların bildiriyor ve şöyle buyuruyor, “Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) ölüler demeyin. Hayır onlar diridirler ancak siz bunu bilemezsiniz.” (Bakara, 2/154).
Sevgili Peygamberimiz, şehitliğin derecesiyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur; “Hiç kimse cennete girdikten sonra bütün dünyaya sahip olsa bile tekrar dünyaya dönmek istemez. Yalnız şehitler, erdikleri nimetler sebebiyle dünyaya dönüp, on defa şehit olmayı arzu ederler.” (Buhari,Cihad. 6.)
İslâm bilginleri, ilgili hadislerden yola çıkarak şehitleri üç kısımda değerlendirmişlerdir.
- a) Hem dünya hem âhiret hükümleri bakımından şehit sayılanlar: Bunlar Allah yolunda savaşırken öldürülen kişilerdir. Tam anlamıyla şehit bunlardır. Bu tür şehitler, yıkanmaksızın kanlı elbiseleri ile defnedilir, elbiseleri onların kefenleri yerine geçer. Üzerindeki silah ve başka ağırlıklar alındıktan sonra cenaze namazı kılınarak defnedilir.
- b) Sadece dünya hükümleri bakımından şehit sayılanlar: Kalbinde nifak bulunmakla yani münafık olmakla birlikte, dış görünüşü itibariyle Müslüman olduğuna hükmedilen ve Müslümanların safında bulunduğu sırada düşman tarafından öldürülen kişiler bu grupta yer alır. Bunlar, dünyada yapılacak işler bakımından şehit muamelesi görürler.
- c) Sadece âhiret hükümleri bakımından şehit sayılanlar: Allah yolunda savaşırken aldığı bir yaradan dolayı o anda değil de, daha sonra ölen kişiler bu grupta yer alırlar.
Ayrıca hadislerde şehit oldukları bildirilmekte olan, yanlışlıkla veya haksız yere öldürülen kişi, yangında, denizde veya göçük altında can veren kişiler; veba, kolera gibi yaygın ve önlenmesi zor hastalıklar sebebiyle ölenler, ilim tahsili yolunda, helâl kazanç uğrunda, gerek kendisinin, gerekse başkalarının can, mal ve namusları uğrunda ölenler, loğusa iken ölen ve cuma gecesinde ölen kimseler de bu grupta yer alan şehitlerdir. (el – Cezeri, Abdurrahman el-Fıkh alel Mezahibi’l-Erbaa, Beyrut, t.y. I, 527-528.)” şeklinde konuştu.
“Şehitlik olmadan vatan olmaz” diyen Müftülük Yetkilileri, “Bugün sahip olduğumuz bu cennet vatan, kahraman atalarımızın her karışını, kanları ile sulayarak bize emanet ettikleri topraklardır. Şair ne güzel söyler
“Ecdadını zannetme asırlarca uyurdu, Nereden bulacaktın o zaman eldeki yurdu” bir başka şair de şöyle der; Dokuz yüz yıldan beri yaşamaktayız burada, milyonlarca can verdik sahip olduk bu yurda. Şehitlerimiz, kanlarını akıtarak bu cennet vatanı bize emanet ettiklerine değinen Vaiz Osman Gülbe, “Bize düşen de bu toprakları imar etmek, korumak ve bizden sonraki nesillere devretmektir. Bunu yapmadığınız takdirde hem vatanımıza hem de şehitlerimize karşı görevlerimizi yapmamış ve onların ruhlarını incitmiş oluruz” dedi.
Müftülük Yetkilileri, bütün şehitlere Cenâb-ı Hak’tan rahmet dileyerek, gazilere minnet ve şükranlarını sunarak sözlerini tamamladı.