Birkaç hafta önce bir tv kanalında adı Master Şef olan bir yarışmayı izlemiştim. Genelde izlemediğim bu kanalda aşçılar arası yarışmada ilgimi çeken ki hemşerilik duygusundan olsa gerek, genç bir hemşerimizin yarışmacı olması ve yarışmanın mekanının o hafta Çanakkale olmasıydı. Buradaki yarışma, yarışmacılara ve izleyenlere bu vesile ile, Çanakkale Savaşı alanlarını, şehitlikleri gözler önüne serip, 250 bin şehidimizin neden burada toprağa karıştığını umarım bir daha düşündürmüştür.
Yarışmacıların Çanakkale’de Gelibolu yarımadasındaki savaş alanlarını, şehitlikleri gezmeleri esnasındaki tavırları çok dikkat çekici idi. Orayı bir turistik yer olarak gezmediklerini davranışları ve konuşmalarıyla ifade ettiler. Şehitliklerdeki duyguları, yıllar önce benim gördüğümde hissettiğim gibi, belki onlarda da o an Çanakkale Savaşında oldukları hissini uyandırmıştı. Yarışmacı hemşerimiz kendisini o savaşın kahramanları arasında gördüğünü, şimdi de yine aynı şekilde bir Türk neferi olarak hazır olduğunu söylerken, bir bayan yarışmacı ailelerin, öğretmenlerin çocuklarını, öğrencilerini mutlaka buraya getirerek görmelerini sağlamalarını istedi. Yine Çanakkale şiirleri, İstiklal Marşımızdan kıtalar yarışmacılar tarafından seslendirilerek duygular açığa çıkarıldı. Şefler de duygularını ifade ederken, bir şef çocuğuna gezi için sadece buraya izin verdiğini söylüyordu.
Amacım bir tv kanalını, bir yarışmayı anlatmak değil. Neticede bunlar ticari çalışmalardır, nabzımıza ne kadar yakın olurlarsa amaçlarına da o derece ulaşacaklardır. Bütün bunları kurgu gereği yapıyorlar diyebiliriz. Öyle de olsa, bazen duyarak oynanan rol, izleyicide izler bırakabilir. Şu sıralar geçmiş tarihimizi yansıttığı söylenen bazı filmler hatalarla da dolu olsa, maskeler arkasında gizli bozguncuların, inançlarımızda, ahlakımızda, milli benliğimizde yaptıkları fitne ve bozgundan çok daha yeğ değil midir? Doğruları anlatmasını istediğimiz girişimler, belki de bu sektörü bizim milli çizgimizde çok daha bilimsel gerçekçi çalışmalara götürür de izleyen insanlarımızın ruhları tamamen kirletilmemiş olur.
Bunu önemsemezsek, ne olacak filmden, sinemadan, tiyatrodan demeye devam edersek; millet düşmanlarının yaptıkları, sarıklı, cüppeli sahtekâr din tüccarları ile cin çıkarma seansları sahnelenerek, sözde din hocaları güya kötüleniyormuş gibi gösterilip, yanlışlar dine mal edilirken veya yine sözde aile filmlerinde ahlaksızlıklar normalmiş gibi işlenirken, birliğimizin temeli olan ailemizin yapısı da oluşturulan algı ile parçalanmaya, inancımızın taşları da bir bir yerinden sökülmeye devam eder.
Gerçek şu ki günümüz dünyasında tiyatro, sinema, basın yayın organları, internet ortamında sosyal paylaşımları kullanan saptırıcılar toplumu istedikleri gibi davranır hale getirmektedirler. Bir de okumaktan, araştırmaktan uzak, tek yönlü öğretilmiş bir toplum onlar için zaten hazır lokmadır.
Sosyal ilişkilerimizin bir virüs nedeniyle kısıtlandığı şu günler, belki de bize nasıl yaşamamızı, aile ve toplum olarak inançlarımıza, milli birliğimize nasıl bağlanmamız konusunu yeniden hatırlatacaktır.
Milletimizin kendi benliğine sarılıp çıkarak yaşaması dileği ile…