Geçenlerde iş yerime gelen bir müşterimin arka duvardaki yazı dikkatini çekti ve ne olduğunu sordu. Osmanlıca yazılmış güzel bir söz dedim. Okuyup tercüme eder misiniz? dedi. Okudum. Anladı. Tercüme ettiğimi düşündü. Tercüme etmedim dedim, olduğu gibi okudum, duyduğunuz gibi Türkçe dedim. Osmanlıca diye bilinen Türkçe dedim. Şaşırdı. Nereden öğrendiniz dedi. Sadece Arap alfabesini bildiğimi, eski Türkçe’yi de biraz okuyabildiğimi söyledim. Konuşmamız bu konuda bir süre daha devam etti, sonra gitti. Giderken geçmişteki hafızanın nasıl yok olduğunu soruyordur muhtemelen.
Halen Türkçe konuşuyoruz. Düşüncelerimiz ana dilimiz olan Türkçe kelimelere dönüşüyor. Yani şimdi şu zamanda Latin harfleri ile yine Türkçe okuyup Türkçe konuşuyoruz. Değişen geçmişin ibareleri ve alfabe.
Cumhuriyetin ilk yıllarında da henüz latin alfabesini öğrenmemiş olan veya bir süre eski alışkanlığını devam ettiren büyüklerimizin eski Türkçe ile yazıp okuduklarını biliyorum. Bilhassa esnaf, hesaplamalarında Arap rakamlarını kullanıyordu.
Bir zamanlar sadece bizim olan Uygur, Göktürk alfabelerinden sonra, önce Kiril alfabesi, daha sonra Arap ve Latin alfabeleri yazı dilimize girmişti. Bize ait olan Uygur ve Göktürkçe sadece yazıtlarda kalmış, birçok temel kaynak, tıb, fen, din ve edebi eserler Arapça, Farsça ve onların etkisindeki eski Türkçe ile oluşmuştu. Günümüzde de Latin alfabesi dilimize Fransızca, Almanca, İngilizce’yi dahil etti.
Osmanlıca’nın Arapça ve Farsca kelimelerle dolu olduğu biliniyor. Osmanlıcada ifade Türkçeydi ama ağdası bol bir dil olduğundan halk kendi lisanını çok daha sade bir şekilde konuşmaktaydı. Tabii ki o zamanlarda da her yörede değişik lehçeler de söz konusuydu. Bunu o zamanda yazılmış eserlerden anlıyoruz.
Şimdi dilimiz arı Türkçe midir. İçinde Türkçeleşen Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce, Rumca hatta Rusça kelimeler yok mudur? Caddelerimizdeki isimlerinin çoğunun Türkçe olmaması neyi ifade etmektedir.
Bence bu değişim özetle tam bir kültür bozulmasıdır. Dildeki benliğimizin yıkımıdır.
Yeniden Arap alfabesine ihtiyaç var mıdır? bu tartışılır, ama geçmişin vesikalarını okuyup tarihi kaynakları günümüze yansıtmak için gereklidir. Bu konuda eğitim görüp ihtisaslaşanlar tarihimizi gün yüzüne çıkarabilirler. Geçmişin vesikaları bizim kökümüzün varlığının, bir mezar taşındaki, bir çeşmedeki, bir kümbet veya türbedeki, kitabeler bu topraklarda yaşadığımızın ıspatıdır.
Geçenlerde bu konuyla ilgili sayın Halaçoğlu’nu televizyonda kısa süreli haberde dinlemiştim. Kendisi parlementoda Osmanlıca bilen tek akademisyen vekilmiş. “Halkın çok çeşitli konuşması vardı, o yüzden Osmanlıca öğretilemez, çünkü halk anlamaz.” Demişti. O an anlattıklarını yanlış anlamış olabilirim.
Şimdi şu zamanda halk hep aynı Türkçe’yi mi konuşuyor. Aynı kök altında yüzlerce lehçe yok mu? Bir Doğulu ile Egeli ilk konuşmalarında hemen anlaşabiliyorlar mı? Atatürk Üniversitesinde okurken bazen Cuma’ya şimdi rahmetli olan Naim Hoca’nın camisine giderdim. İlk zamanlar konuşmasından hiçbir şey anlayamamış, ama birkaç Cuma sonra konuştuğu Erzurum lehçesini öğrenmiştim. Bu vesile ile de onu rahmetle anıyorum.
Bence mesele geriye dönüp Arap alfabesiyle yazıp çizme değildir. Mesele tarihin anlaşılması, milletin kendi geçmişini tanımasıdır.
29 Aralık 2014