1. Haberler
  2. Yazarlarımız
  3. ÎMÂN ESASLARI VE ÎMÂNIN KABUL OLMA ŞARTLARI

ÎMÂN ESASLARI VE ÎMÂNIN KABUL OLMA ŞARTLARI

 ramazan3-246x300Kendisine sayısız nimetler verilen (İbrahim 14/34) yerde ve gökte ne varsa hepsi hizmetine sunulan (Lokman, 31/20) insan, Allah’a ibadet için yaratılmış

“Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zâriyat, 51/56)  anlamındaki âyet bu gerçeği ifade etmektedir.

İnsanın, yaratılış gayesi olan “ibadet” görevini ifâ edebilmesi için her şeyden önce îmân etmesi gerekir. Allah, insanı dünya hayatında imtihana tâbi tuttuğu için (Mülk, 67/2) imân edip etmemeyi insanın iradesine bırakmıştır:

 “(Ey Peygamberim!) De ki: Hak (Kur’ân) Rabb’inizden (gelmiş)tir. Artık dileyen imân etsin, dileyen de inkâr etsin (Kehf, 18/29) anlamındaki âyette olduğu gibi bir çok âyette yüce Allah insana inanma özgürlüğü vermiştir. Allah, imân veya inkâr etme konusunda insanları serbest bırakmakla birlikte onlara ısrarla imân etmelerini emretmiştir:

“Ey müminler! Allah’a, elçisine ve elçisine indirdiği kitaba (Kurân’a) ve daha önce indirdiği kitap(lar)a imân edin…” (Nisa 4/136).

         Yüce Allah, “îmân edin” emri ile yetinmemiş, pek çok âyet-i kerîmede imân edenlere mükâfat (cennet ve nimetleri), inkâr edenlere ise ceza (cehennem ve azabı) olduğunu bildirerek îmân etmeye teşvik etmiş, inkâr etmekten sakındırmıştır..

            Müminleri îmâna sevk eden ve onlara îmânı sevdiren yüce Allah’tır (Hucurat, 49/17). Allah’ın izni olmadan kimse îmân edemez. Ancak akıllarını kullanmayanlar îmân etmezler, azabı ve rezilliği onlar hak ederler. Kullarının îmânına muhtaç olmamakla birlikte yüce Allah onların küfre düşmelerine razı olmaz, aksine îmân edip şükretmelerinden hoşnut olur (Zümer, 39/7).

   “İman sözlükte; tasdik etmek, bir şeyin doğru olduğunu söylemek ve onu doğru olarak kabul etmek, güvenmek, inanmak, boyun eğmek ve güven vermek anlamlarına gelir.[1]  Din ıstılahında ise Allah’a ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)’ın Allah tarafından haber verdiği kesin olarak belli olan şeylerin doğru olduğuna tereddütsüz  inanmak, bunların hak ve doğru olduğunu içinden  şeksiz ve şüphesiz tasdîk ve itiraf etmek anlamında  olup “küfür” kelimesinin zıddıdır.

Îman, “icmâli îman” ve “tafsîlî îmân” olmak üzere iki kısma ayrılır.

İcmâli îman“, îman edilecek şeylere kısa ve topluca îman etmektir demektir ki bu, kelime-i tevhîd ile ifade edilir: “Allah’tan başka tanrı yoktur. Muhammed Allah’ın elçisidir.”  Kelime-i tevhîd’in kısmı Muhammed suresinin 19kısmı Fetih suresinin 29. âyetinde geçmektedir. Allah’ı ve Hz.  Muhammed (a.s.)’ın peygamberliğini kabul eden onların haber verdiklerini de kabul eder.

Lâ ilâhe illallah” cümlesinde iki unsur vardır. Birisi olumsuzluk ifade eder. Bu, cümlenin (lâ ilâhe) “ilâh yoktur”  kısmıdır. Allah’tan başka bütün ilâhları ve ma’budları reddetmek demektir. Diğer kısmı ise olumluluk ifade eder. Bu, cümlenin (illallah) “ancak Allah vardır” kısmıdır. Bu kısım, sadece Allah’ın varlığını, birliğini, tek ma’bûd oluşunu ikrar etmeyi ifade eder.

            “Tafsîlî îmân“, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine , âhiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, cennet ve cehenneme, sevap ve ikaba, kaza ve kadere; Kitap ve Sünnet ile Hz. Muhammed’in Allah tarafından tebliğ ettiği ve tevatür yoluyla sabit olan kesin haber ve hükümlerinin her birerlerine ayrı ayrı Allah ve Peygamberinin istediği şekilde îman etmek demektir.

ÎMÂN ESASLARI

Ayet ve hadislerde îmân esasları bildirilmektedir. Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor: “Bir gün Hz. Peygamberin yanında idik. Yanımıza beyaz elbiseli, siyah saçlı bir adam geldi. Üzerinde yolculuk alâmeti yoktu, kendisini kimse tanımıyordu. Peygamberin dizinin dibine diz çöküp oturdu, dizlerini onun dizlerine dayadı ve ellerini Peygamberin dizlerinin üstüne koydu:

 – يا مجمد اخبرني عن الاسلام Ey Muhammed İslam nedir bana bildir dedi. Hz. Peygamber (a.s.);

الاسلام ان ثشهد ان لااله الا الله و ان محمدا رسول الله وتقيم الصلوة و تؤتي الزكاة و تصوم رمضان و تحج البيت ان استطعت اليه سبيلا

 “İslam, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna tanıklık etmen, namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirebilirsen Ka’be’yi ziyaret etmen (hac yapman) dır” diye cevap verdi. O adam,

صدقت  doğru söyledin dedi. Onun hem sorup hem de verilen cevabı doğrulaması tuhafımıza gitti. Adam Hz. Peygamber (a.s.)’a tekrar.

فاخبرني عن الايمان Şimdi de bana îmânı anlat dedi. Hz. Peygamber (a.s.) da;

ان تؤمن بالله وملاءكته و كتبه و رسله و اليوم الاخر و تؤمن بالقدر خيره و شره  الايمان

Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe îmân etmendir, yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” diye cevap verdi. Adam tekrar

صدقت  doğru söyledin dedi ve

فاخبرني عن الاحسان   Peki ihsan nedir, onu da anlat dedi. Bunu üzerine Hz. Peygamber (a.s.);

الاحسان ان تعبد الله كانك تراه فان لم تكن تراه فانه يراك

“İhsan, Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” diye cevap verdi. O adam,

 صدقت  doğru söyledin dedi.

Hz. Ömer, bu adamın Peygamberimize kıyametin ne zaman kopacağını sorduğunu, Peygamberimizin kendisine cevap vermesinden sonra  sessizce çekip ettiğini, Hz. Peygamberin kendisine bu soruları soran kişinin kim olduğunu bilip bilmediğini sorduğunu, kendisinin de bilmediğini söylediğini, bunun üzerine Peygamberimizin “O, Cebrail idi, size dininizi öğretmek için geldi” dediğini anlatmıştır. [2]

Peygamber efendimiz bu hadiste îmân esaslarını alt olarak saymıştır. Bunlar; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine âhiret gününe ve kadere îmân etmektir. Bu hadiste sayılan îmân esasları Kur’ân-ı Kerimde muhtelif âyetlerde geçmektedir. Mesela Bakara suresinin 177 ve 284 ile Nisa suresinin 136. âyetlerinde “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe” îmân geçmektedir. Kur’ân’da “kadere îmân edin” şeklinde bir âyet yok ise de bir çok âyet, “kadere îmânı” ifade etmektedir. Kur’ân’a îman kadere de îma etmeyi gerektirmektedir. Çünkü Kur’ân’a îmân eden, onda bildirilen esaslara da îmân eder.

 ALLAH’A İMAN

 Allah’a îman; Allah’ın varlığına, birliğine,  yaratan, yaşatan, rızık veren ve besleyip büyütenin yalnız Allah olduğuna, O’ndan başka ibadete layık ilah ve mabut bulunmadığına, bütün kemal sıfatlarla muttasıf ve noksan sıfatlardan münezzeh bulunduğuna îman etmeyi gerektirir. Allah’ı îman edebilmek için Allah’ın tanımamız gerekir. Biz Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıyabiliriz. Allah’ın beş çeşit sıfatı vardır:

  1. a) Zâtî sıfatları; vücut (vardır), kıdem (varlığının evveli yoktur), beka (varlığının sonu yoktur), vahdâniyet (tektir, eşi ve benzeri yoktur) muhalefetün lihavadis (yaratıklarından hiç birine benzemez), kıyam binefsihî (varlığı kendindendir, yaratılmış değildir).
  2. b) Sübûtî sıfatları; hayat (diridir, yaşamaktadır), ilim (her şeyi bilir), semi‘ (her konuşulanı işitir, gizli âşikâr bütün sesleri ve duaları duyar), basar (küçük büyük her şeyi görürü), irade (dilediği olur, dilemediği olmaz), kudret (her şeye gücü yeter), kelam (peygamberlerle vahiy yoluyla konuşmuştur), tekvin (yaratıcıdır, her şeyi O yaratmıştır).
  3. c) Selbî sıfatları. Allah hakkında düşünülmesi mümkün olmayan sıfatlardır. Mesela

“Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır. O’ndan çocuk olmamıştır (kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir). Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir” (İhlas,112/2-4),

“Onun hiçbir ortağı yoktur…”(En’am, 6/163),

“Onun mülkte hiçbir ortağı yoktur”  (İsrâ, 17/111).

“O’nu ne uyuklama tutabilir ne de uyku (Bakara, 2/253).

 O (yaratıkları) besleyendir ve (kendisi) beslenmeye ihtiyacı olmayandır” (En’am, 6/14).

 “Allah, kullarına asla zulmedici değildir (Al-i İmrân, 3/182) anlamındaki âyetlerde geçen sıfatlar selbî sıfatlardır.

  1. d) Haberî sıfatlar. Âyet ve hadislerde bildirilen ancak mahiyetini insanların tam kavrayamadığı sıfatlardır. Allah’ın yüzü, gözü, eli, gelmesi, dünya semasına inmesi, arşı istiva etmesi gibi nitelikler bu tür sıfatlardır.
  2. e) Fiilî sıfatlar. Rızık vermesi, canlıların hayatlarına son vermesi gibi sıfatlar bu türü sıfatlardır. Kelam âlimleri Allah’ın fiilî sıfatlarını “tekvîn” sıfatı ile ifade etmişlerdir.

 MELEKLERE ÎMAN

 

            Meleklere îmân, âyet ve hadislerle sabittir. Melekler şu özelliklere sahip varlıklardır:

  1. a) Nurdan yaratılmış, latif ve ruhanî varlıklardır. Onlarda; yemek, içmek, erkeklik, dişilik, evlenmek, uyumak, gençlik ve ihtiyarlık gibi insanlara ait özelliklerden hiç biri yoktur. (Enbiya, 21/19-20)
  2. b) Allah’a isyân etmezler. Hangi iş için yaratılmış iseler o işi yaparlar. Daimî olarak Allah’a ibadet ve itaat ederler (Nahl, 16/50),

            “Kuşkusuz Rabbin katındakiler O’na kulluk etmekten asla kibirlenmezler. O’nu tesbih eder ve yalnız O’na secde ederler” (A’raf, 7/206).

  1. c) Melekler bir anda Allah’ın emrettiği bir mekândan diğer bir mekâna intikal edecek, hatta yerleri ve gökleri dolaşacak bir kabiliyette yaratılmışlardır. Onların kanatları vardır (Fâtır,35/1) Melekler çok az bir zamanda çok uzak yerlere gidebilirler (Meâric, 70/4).
  2. d) Allah’ın emirleriyle farklı şekillere girebilirler.
  3. e) Gözle görülmezler. Gözle görülmeyişleri onların yok olduklarından değil, gözlerimizin o kabiliyette yaratılmamış olmasındandır

            Melekler görevleri yönünden bir kaç gruba ayrılır. Melekler yerde, arşta veya semada bulunurlar. Yerde bulunanlara arzî, gökte bulunanlara semavî, arşta bulunanlara ise arşî denir.Melekler yüklendikleri görevler itibariyle farklı isimlerle anılmışlardır. Bunlardan dördü, büyük melek olarak bilinmektedir: Cebrâîl, Mikâîl, İsrâfîl ve Azrail. Bilinen diğer melekler de şunlardır: Münker-Nekir, Kirâmen Kâtibin (Hafaza), Hamele-i Arş, Hazin, Zebânî, Mâlik, Rıdvân

   KİTAPLARA ÎMAN

 

         Allah ilk insan Adem (a.s.)’dan itibaren her topluma bir peygamber göndermiş ve onlara kitaplar vermiştir.

         “Andolsun biz elçilerimi açık mucizelerle gönderdik ve onlarla beraber kitap indirdik…” (Hadîd, 57/25) anlamındaki âyet bu gerçeği ifade etmektedir. Ayet ve hadislerde kitap verildiği bildirilen peygamberler şunlardır. Adem (a.s.)’a 10 sayfa Şît (a.s.)’a 50 sayfa İdris (a.s.)’a 30 sayfa  İbrahim (a.s.)’a 10 sayfa, Musa (a.s.)’a Tevrat, Davud, (a.s.)’a Zebur, İsa (a.s.)’a İncil, Hz. Muhammed (a.s.)’a Kur’ân verilmiştir.  Kur’ân’ın dışındaki diğer kitapların asılları korunamamıştır. Kur’ân Allah’tan geldiği gibi aynen korunmuştur. Kur’ân’ın korunmasını bizzat Allah kendi uhdesine almıştır.

         Şüphesiz ki Zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik. Onun koruyucusu da elbette biziz” (Hıcr, 15/9) ânlamındaki âyet bu gerçeği ifade etmektedir.

PEYGAMBERLERE ÎMAN

 

         Yüce Allah Adem (a.s.)’dan Hz Muhammed (a.s.)’a kadar her topluma bir peygamber göndermiştir.

 “Hiçbir ümmet / toplum yoktur ki aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın” (Fâtır, 35/24) anlamındaki âyet bu gerçeği ifade etmektedir. Peygamberlerin görevleri Allah’ın emir ve yasaklarını, helal ve haramların, hüküm ve tavsiyelerini insanlara ulaştırmak (tebliğ), dİn kurallarını sözlü ve uygulamalı olarak insanlara öğretmek ve onlara örnek olmaktır. Peygamber; özü, sözü ve davranışları dosdoğru (sâdık), güvenilir (emin), akıllı ve  günahsız insanlardır. Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e (a.s.) kadar insanlara gönderilen peygamber sayısında ihtilaf olmakla beraber bazı kaynaklarda 224 bin olduğu bildirilmiştir. Bunlardan 25 tanesinin ismi Kur’ân’da geçmektedir. Bunlar; Adem, İdris, Nuh, Hud, Sâlih, Lut, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Eyyub, Şuayb, Musa, Harun, Davut, Süleyman, İlyas, El-Yesa’, Zülkifl, Yunus, Zekeriya, Yahya, İsa ve Hz. Muhammed’dir. Ayrıca Kur’ân’da haklarında bilgi verilen Üzeyr, Lokman ve Zülkarneyn adlarında üç kişinin peygamber mi veli mi olduğu konusunda ihtilaf edilmiştir.

  ÂHİRET GÜNÜNE ÎMAN

 

         Îmân esaslarının en önemli esaslarından biri âhirete îmandır. Pek çok âyet ve hadiste âhirete îmân detaylı olarak anlatılmaktadır. Kur’ân ve hadislere göre, insanlar ölünce ruhları âlem-i berzah’ta yaşarlar. Birinci defa sûra üfürülünce bütün canlılar ölür, kıyamet kopar. İkinci defa sûra üfürülünce bütün insanlar Allah’ın emriyle dirilirler. Mahşer yerinde toplanırlar. Dünyada yaptıklarından hesaba çekilirler. Netice her insan îmân ve ameline göre ya cennet ya da cehenneme gider. Kafir, müşrik ve münafıklar cehennemde ebedî olarak kalacaklardır. Günahkâr müminler Allah affetmez ise cezalarını cehennemde çekecekler, sonra îmânlarının mükafatını görmek üzere cennete gire

  KAZA VE KADERE ÎMAN

 

         Allah’ın ezelden ebede kadar olacak şeylerin zaman ve mekanını, nitelik ve özelliklerini, kısaca ne şekil ve ne zamanda olacaklarsa onların hepsini ezelde daha bunlar yok iken bilip o suretle tahdit ve takdir etmesine “kader”;  ezelde takdir ve irade buyurduğu şeylerin zamanı gelince  her birisinin ezeldeki ilim, irade ve takdirine uygun bir şekilde icat etmesine ve yaratmasına ise “kaza” denir. Kader, Allah’ın ilim sıfatına, kaza ise tekvin sıfatına râcidir. Kaza ve kadere îmana Hadîd sûresinin 22-23. âyet-i kerîmelerinde açıkça işaret etmektedir

Ne yerde ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiç bir musîbet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış (ezelî bilgimizde tespit edilmiş) olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık)…”

İMANIN KABUL OLMA ŞARTLARI

        

Bir insanın îmanın geçerli olabilmesi için şu  altı şarta uygun îman edilmesi gerekir:

Îmânda Şüphe Olmamalıdır

         Îman edilmesi gereken şeylerin tamamına şeksiz şüphesiz ve kesin olarak îmân edilmesi gerekir. Şüphe ile îmân bağdaşmaz. Yüce Allah,

“… Yemin olsun sana Rabb’inden hak geldi, sakın şüphelenenlerden olma” buyurmuş (Yunus, 10/94) ve müminleri şüphe etmeyen kimseler olarak tanıtılmıştır:

“Müminler ancak Allah’a ve Peygamberine îmân eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat eden kimselerdir. İşte (îmân iddiasında) doğru olanlar (sâdıklar) bunlardır” (Hucûrat, 49/15).

         Mümin olabilmek için ilk başta kalpten şüpheyi atmak şart olduğu gibi îmânın bekası ve devamı için de şüpheden uzak olmak da şarttır. Îmân esasları ile ilgili olarak “bunlar, doğru mu, değil mi? aslı var mı, yok mu? ” diye şüphe etmek kesin bir şekilde kalbin huzur ve sükûn içinde tasdîk etmesi anlamında olan îmân ile ters düşer.

         Îmân edilecek şeylerin hepsine inanılmalıdır

            İman edilecek şeylerin bir kısmına îman edip bir kısmına îmanı etmeyen kimsenin îmanı geçerli değildir. Çünkü “îmân”, bütünlük ister, îmân esaslarının hepsine inanmayı gerektirir. Küfür için îmân edilecek şeylerin hiçbirine inanmamak şart değildir. Bir kısmına veya birine inanmamak da küfürdür.[3]

Nisa sûresinin 150-151 âyetinde peygamberlerden bir kısmına îmân edip bir kısmına îmân etmeyenlerin “hakîkî kâfir” oldukları bildirilmiştir:

           Âl-i İmrân sûresinin 119. âyetinde Allah, müminleri;

“İşte siz öyle kimselersiniz ki onları (ehl-i kitabı) seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler. Siz kitabın hepsine inanırsınız…” şeklinde tanıtmıştır.

         Aynı sûrenin 7. âyetinde ise,

 

“…İlimde ileri gidenler, “Ona (Kur’ân’a) îmân ettik. Hepsi Rabb’imiz katındandır” derler” buyurulmuştur.

Allah Bakara suresinin 85. âyetinde

“… Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” buyurarak Yahudileri kınamış ve böyle yapanların cezasının dünyada rezillik, âhirette ise şiddetli azap olduğunu bildirmiştir.

Kur’ân’a, başından sonuna kadar bütün sûre ve âyetlerine, âyetlerde geçen hüküm ve tavsiye, emir ve yasak helâl ve haram, bilgi ve haberlerin tamamına inanmak, hak ve doğru olduğunu tasdîk etmek mü’min olmak için şarttır. Kur’ân’ın bir hükmüne, bir farz veya yasağına, bir âyetine inanmayan veya uygulanmasını, geçerliliğini kabul etmeyen îmân sahibi olamaz.

Yeis halinden önce îmân edilmelidir

 

Hayattan ümidi kesip ölümle karşı karşıya gelmeden ve ilâhî azapla karşılaşmadan önce îmân edilmesi gerekir. Bu halde yapılacak îmânın, insana faydası olmaz. Dünyada itaat ve isyan imkânı varken îmân edilmesi gerekir. İlâhî azabın geldiğini görünce, yaşamanın mümkün olmadığını anlayınca ve can boğaza gelince yapılan îmânın geçerliliği yoktur. Askerleri ile birlikte Musa (a.s.) ve ona îmân edenleri takibe koyulan Firavun, Kızıldeniz’de boğulmak üzere iken “îmân ettim, ben de müslümanlardanım” demiş fakat îmânı kabul olmamıştır (Yunus, 10/90-91).          Firavun’un îmânı niçi kabul olmamıştır? Kabul olmamıştır, çünkü ilâhî azabı görmüş, ölümden başka seçeneği ve yaşama imkânı kalmadığı bir zamanda îmân etmek istemiştir. Yüce Allah cc Mümin suresinin 85. âyetinde

Azabımızı gördükleri zaman, îmânları kendilerine fayda sağlamadı…” buyurmuştur (bk. En’am, 6/158).

İlâhî azap ile karşılaşıp son nefese gelince îmân kabul olmadığı gibi tövbe de kabul olmaz:

“Kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca; ‘Ben şimdi tövbe ettim’ diyen kimseler ile kâfir olarak ölen kimselerin (tövbeleri geçerli) değildir Bunlar âhirette elem dolu bir azap hazırlanmıştır( Nisa,4/18).

         Îmâna şirk karıştırılmamalıdır

         Allah katında îmânın makbul olabilmesi için insanın tevhît üzere bulunması gerekir. Îmânına şirk karıştıran kimsenin îmânı da ibadetleri de geçerli değildir. Böyle bir kimse hidayete ermiş sayılmaz. Yüce Allah, En’âm sûresinin 82. âyetinde şöyle buyurmaktadır:

“İman edenler ve îmânlarına zulüm (şirk) karıştırmayanlar varya, işte güven onlarındır ve hidayete ermiş olanlar da onlardır.”

         Allah’a zatında, sıfatlarında, ibadetinde, Rab ve ilah oluşunda ortak koşan kimsenin îmânı geçerli değildir. Böyle bir kimse mümin değil müşriktir.

 

“Yüzünü hanîf (Allah’ı birleyen) olarak dîne çevir, sakın (Allah’a) şirk koşanlardan olma” (Yunus, 10/105) buyuran Allah, îmânlarına şirk karıştırarak îmân edenleri kınamaktadır:

 

“Onların çoğu, Allah’a şirk koşmadan îmân etmezler” (Yusuf, 12/106).

Îmân esasları kalp ile tasdîk edilmelidir

         Îmânın geçerli olabilmesi için bir insanın sadece diliyle îmân ettiğini söylemesi yeterli değildir. Îmân esaslarının tamamını kalbi ile tasdîk etmesi gerekir. Çünkü îmânın yeri kalptir    Bakara suresinin 8. âyetinde Allah’a ve âhiret gününe îman ettik dedikleri halde onların mümin olmadıkları bildirilmektedir:

“İnsanlardan Allah’a ve âhiret gününe îman ettik diyen kimseler vardır. Halbuki onlar mümin değillerdir”

Niçin mümin değillerdir. Mümin değillerdir çünkü sadece dili ile “îmân ettim” demek yeterli değildir, kalp ile de îmân edilmesi gerekir. Mâide sûresinin 41. âyetinde bu husus, şöyle ifade edilmektedir:

 

“Ey Peygamber! Ağızlarıyla “îmân ettik” deyip kalpleriyle îmân etmemiş olanlardan ve Yahudilerden küfürde yarış edenler seni üzmesin…”

         Peygamberimiz (a.s.)’in yanına girip inanmadıkları halde îmân ettiklerini söyleyen bir grup Yahudi ile ilgili olarak,

“Size geldiklerinde “îmân ettik” dediler. Oysa küfürle (yanınıza) girmişler yine küfürle (yanınızdan) çıkmışlardı…” (Mâide, 5/61).

 Bu tür kimselere din dilinde “münafık” denir. Münafık kalbiyle iman etmediği halde sadece diliyle îman ettiğini söyleyen kimsedir. Nitekim Bakara sûresinin 14. âyetinde münafıklarla ilgili olarak;

“(Onlar), müminlere rastladıkları zaman “îmân ettik” derler. Fakat şeytanlarıyla (önderleri ve ileri gelenleriyle) yalnız kaldıkları zaman, “biz sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz” derler” buyurulmuştur         Bir kıtlık yılında Medine’ye gelip îmân ettiklerini söyleyen ve sadaka isteyen Benî Esed kabîlesinin bedevîleriyle ilgili olarak;

“Bedevîler, “îmân ettik” dediler. (Ey Peygamberim!Onlara) de ki: “Îmân etmediniz (öyle ise îmân ettik demeyin) fakat “boyun eğdik” deyin. Henüz îmân kalbinize girmedi….” buyurulmuştur (Hucûrât, 49/14).

         Îmânın yeri kalp olduğu gibi şüphenin  (Tevbe, 9/45) ve inkârın yeri de kalptir (bk. Nahl, 16/22). Kalpten gelmeyen ve zorlama sonucu dil ile ifade edilen “inkâr” sözü bu sebeple insanın îmânını yok etmez (Nahl, 16/106) Hatta kalpten gelmeyen ve yanılarak yapılan şeylerde günah da yoktur (bk. Ahzab, 33/5).

         Kalbin içinde olanı ancak Allah bilir. Kalben inanmadığı halde dili ile inandığını söyleyen kimseye biz “mümin değil” diyemeyiz. Biz zâhire göre hükmederiz. Dili ile “müminim” diyen insan, kalben de inanmış mı inanmamış mı bunu bilemeyiz. Bu sebeple “müminim” diyen insana “sen mümin değilsin” denilmez (bk. Nisa, 4/94).

         Âyetler ve Dini Hükümler Alay Konusu Yapılmamalıdır

Ayetleri ve dînî hükümleri inkâr edip kabul etmemek îmana mani olduğu gibi Kur’ân’ı, hatta bir âyeti, dînî bir hüküm, emir ve yasak, helal ve haramı beğenmemek, küçümsemek, hafife ve alaya almak da îmana engeldir. Ayetleri inkar edenler ve alaya alanlar mümin değillerdir. Bu husus Kur’ân’ın bir çok âyetinde açıkça bildirilmektedir. Şu âyetleri örnek olarak zikredebiliriz:

 

“(Ey Peygamberim!) De ki: Amel bakımından en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını zannettikleri halde dünya hayatındaki çalışmaları kaybolup giden kimseleri haber vereyim mi” Onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkâr eden, böylece amelleri boşa çıkan ve bu yüzden kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir. İşte böyle, inkâr etmeleri, âyetlerimi ve peygamberlerimi alaya almaları yüzünden onların cezası cehennemdir” (Kehf, 18/103-106).

 Ayette, âyetleri inkâr edenler ile alaya alanlar aynı kategoride zikredilmişlerdir. Bir ayeti inkâr ile onu küçümsemek ve alaya almak aynı anlamı ifade eder. Bu yüzden mümin olabilmek için bir hiçbir dini hükmü küçümsememek ve alay konusu yapmamak gerekir. Hatta âyetlerin inkâr edildiği ve alaya alındığı bir mecliste bulunmak bile Kur’ân’da yasaklanmıştır (bk. Nis, 140).

Îmân ettiğini söylediği halde Allah ve Resulü’nün hükümlerinden yüz çeviren ve hükümlerini  beğenmeyenler (Nur, 24/47-50). Allah ve Peygamberin hükümlerine razı olmayanlar îmân etmiş sayılmazlar (Nisa, 4/460, 461, 65. Maide,  5/43).

         Mümin, Allah’a ve Peygambere îmân ettiği gibi onların koyduğu hükümleri de kabul edip uygular  (Nur, 24/51). Allah ve Resulü bir konuda bir hüküm verdikten sonra artık müminin onu kabulden başka bir seçeneği yoktur (Ahzab, 33/36).

 

İnsanın en kıymetli varlığı, îmânıdır. Çünkü insanı ebedî saadete erdirecek ve amellerinin makbul olmasını sağlayacak olan îmânıdır. Kur’ân’da; îmânı olmayanların amellerinin boşa gideceği (Maide, 5/5) îmânsız amelin kabul olmayacağı bildirilmektedir (Nisa, 4/38; Bakara, 2/264; Tevbe, 9/17, 19).

         Îmân etmeyenlere acıklı azap hazırladığını bildiren (İsra, 17/10; Sebe’, 34/8), îmân edip sâlih amel işleyenlere cennet ve nimetlerini va’deden (Bakara, 2/25, 82. Nisa, 4/57; Ra’d, 13/29), îmân edenleri öven ve îmân etmeyenleri yeren yüce Allah, ancak kendisine yazık edenlerin îmân etmeyeceklerini haber vermektedir (En’am, 6/12, 20).

Îmân eden de inkâr eden de kendi leh ve aleyhine yapmış olur (Yunus, 10/108). Îmân eden hidayete ermiş ve ebedî saadeti kazanmış olur. “Kulluk” görevini ifâ edebilmek, “dünya imtihanını” başarı ile noktalayabilmek ve neticede Allah’ın rızasını ve cennetini kazanabilmek için “hakikî bir îmâna” sahip olmak, bunun için de “îmân gerçeğini” ve “îmânın kabul olmasının şartlarını” çok iyi bilmek gerekir.

İmân“; Allah’a ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)’ın Allah tarafından haber verdiği kesin olarak belli olan şeylerin doğru olduğuna tereddütsüz  inanmak, bunların hak ve doğru olduğunu içinden  şeksiz ve şüphesiz tasdîk ve itiraf etmek demektir. Ayet ve hadislerde îman esasları altı olarak bildirilmiştir: Bunla, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kaza ve kadere – hayır ve şerrin Allah’ın yaratmasıyla meydana geldiğine îman etmektir. Îman, “lâ ilâhe illallah” tevhit cümlesinde toplanmıştır. İman sarayına bu cümle ile girilir. Buna icmâlî iman denir. Ancak mümin icmâlî iman ile yetinmez. Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine , âhiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, cennet ve cehenneme, sevap ve ikaba, kaza ve kadere; Kitap ve Sünnet ile Hz. Muhammed’in Allah tarafından tebliğ ettiği ve tevatür yoluyla sabit olan kesin haber ve hükümlerinin her birerlerine ayrı ayrı Allah ve Peygamberinin istediği şekilde îman etmek eder. Buna da tafsîlî îmân denir.

Bir îmanın kabul olması için şu altı şartın birlikte bulunması gerekir:

  1. İmanda şüphe bulunmamalıdır.
  2. İmanda bütünlük olmalı, iman edilecek şeylerin tamamına iman edilmelidir.
  3. Îmana şirk karıştırılmamalıdır.
  4. İman son nefese bırakılmamalıdır.
  5. İman esasları kalp ile tasdik edilmelidir.
  6. Ayetler ve dînî hükümler alay konusu yapılmamalı, küçümsenmemelidir.

Mümin şartlarına uygun iman etmeli, îmanın kendisine yüklediği görevleri de eksiksiz yapmaya çalışmalıdır. Çünkü amel ve ibadetlerle beslenmeyen iman zayıflayabilir, hatta kaybedilebilir. Kur’ân’da pek çok âyette îmân sâlih amel hep birlikte zikredilmiştir.

“…. Kim Allah’a ve âhiret gününe îmân eder ve sâlih amel işlerse onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir” (Bakara, 2/62. bk. Maide, 5/69).

“İman edip Salih amel işleyenlere kendileri için içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele…” (Bakara, 2/25).

  –

Hamdi yazır tefsiri

[2] Müslim, Îmân, 1, 5. I, 37, 40. bk. Buhârî, Îman, 37. I, 1 8. Ebû Dâvud, Sünnet, 17. V, 72.  İbn Mâce, Mukaddime, 9. I, 24.

ÎMÂN ESASLARI VE

ÎMÂNIN KABUL OLMA ŞARTLARI

         Kendisine sayısız nimetler verilen (İbrahim 14/34) yerde ve gökte ne varsa hepsi hizmetine sunulan (Lokman, 31/20) insan, Allah’a ibadet için yaratılmıştır.

         “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zâriyat, 51/56)  anlamındaki âyet bu gerçeği ifade etmektedir.

İnsanın, yaratılış gayesi olan “ibadet” görevini ifâ edebilmesi için her şeyden önce îmân etmesi gerekir. Allah, insanı dünya hayatında imtihana tâbi tuttuğu için (Mülk, 67/2) imân edip etmemeyi insanın iradesine bırakmıştır:

 

“(Ey Peygamberim!) De ki: Hak (Kur’ân) Rabb’inizden (gelmiş)tir. Artık dileyen imân etsin, dileyen de inkâr etsin (Kehf, 18/29) anlamındaki âyette olduğu gibi bir çok âyette yüce Allah insana inanma özgürlüğü vermiştir. Allah, imân veya inkâr etme konusunda insanları serbest bırakmakla birlikte onlara ısrarla imân etmelerini emretmiştir:

“Ey müminler! Allah’a, elçisine ve elçisine indirdiği kitaba (Kurân’a) ve daha önce indirdiği kitap(lar)a imân edin…” (Nisa 4/136).

         Yüce Allah, “îmân edin” emri ile yetinmemiş, pek çok âyet-i kerîmede imân edenlere mükâfat (cennet ve nimetleri), inkâr edenlere ise ceza (cehennem ve azabı) olduğunu bildirerek îmân etmeye teşvik etmiş, inkâr etmekten sakındırmıştır..

            Müminleri îmâna sevk eden ve onlara îmânı sevdiren yüce Allah’tır (Hucurat, 49/17). Allah’ın izni olmadan kimse îmân edemez. Ancak akıllarını kullanmayanlar îmân etmezler, azabı ve rezilliği onlar hak ederler. Kullarının îmânına muhtaç olmamakla birlikte yüce Allah onların küfre düşmelerine razı olmaz, aksine îmân edip şükretmelerinden hoşnut olur (Zümer, 39/7).

   “İman sözlükte; tasdik etmek, bir şeyin doğru olduğunu söylemek ve onu doğru olarak kabul etmek, güvenmek, inanmak, boyun eğmek ve güven vermek anlamlarına gelir.[1]  Din ıstılahında ise Allah’a ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)’ın Allah tarafından haber verdiği kesin olarak belli olan şeylerin doğru olduğuna tereddütsüz  inanmak, bunların hak ve doğru olduğunu içinden  şeksiz ve şüphesiz tasdîk ve itiraf etmek anlamında  olup “küfür” kelimesinin zıddıdır.

Îman, “icmâli îman” ve “tafsîlî îmân” olmak üzere iki kısma ayrılır.

İcmâli îman“, îman edilecek şeylere kısa ve topluca îman etmektir demektir ki bu, kelime-i tevhîd ile ifade edilir: “Allah’tan başka tanrı yoktur. Muhammed Allah’ın elçisidir.”  Kelime-i tevhîd’in kısmı Muhammed suresinin 19kısmı Fetih suresinin 29. âyetinde geçmektedir. Allah’ı ve Hz.  Muhammed (a.s.)’ın peygamberliğini kabul eden onların haber verdiklerini de kabul eder.

Lâ ilâhe illallah” cümlesinde iki unsur vardır. Birisi olumsuzluk ifade eder. Bu, cümlenin (lâ ilâhe) “ilâh yoktur”  kısmıdır. Allah’tan başka bütün ilâhları ve ma’budları reddetmek demektir. Diğer kısmı ise olumluluk ifade eder. Bu, cümlenin (illallah) “ancak Allah vardır” kısmıdır. Bu kısım, sadece Allah’ın varlığını, birliğini, tek ma’bûd oluşunu ikrar etmeyi ifade eder.

            “Tafsîlî îmân“, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine , âhiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, cennet ve cehenneme, sevap ve ikaba, kaza ve kadere; Kitap ve Sünnet ile Hz. Muhammed’in Allah tarafından tebliğ ettiği ve tevatür yoluyla sabit olan kesin haber ve hükümlerinin her birerlerine ayrı ayrı Allah ve Peygamberinin istediği şekilde îman etmek demektir.

ÎMÂN ESASLARI

Ayet ve hadislerde îmân esasları bildirilmektedir. Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor: “Bir gün Hz. Peygamberin yanında idik. Yanımıza beyaz elbiseli, siyah saçlı bir adam geldi. Üzerinde yolculuk alâmeti yoktu, kendisini kimse tanımıyordu. Peygamberin dizinin dibine diz çöküp oturdu, dizlerini onun dizlerine dayadı ve ellerini Peygamberin dizlerinin üstüne koydu:

يا مجمد اخبرني عن الاسلام Ey Muhammed İslam nedir bana bildir dedi. Hz. Peygamber (a.s.);

الاسلام ان ثشهد ان لااله الا الله و ان محمدا رسول الله وتقيم الصلوة و تؤتي الزكاة و تصوم رمضان و تحج البيت ان استطعت اليه سبيلا

İslam, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna tanıklık etmen, namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirebilirsen Ka’be’yi ziyaret etmen (hac yapman) dır” diye cevap verdi. O adam,

صدقت  doğru söyledin dedi. Onun hem sorup hem de verilen cevabı doğrulaması tuhafımıza gitti. Adam Hz. Peygamber (a.s.)’a tekrar.

فاخبرني عن الايمان Şimdi de bana îmânı anlat dedi. Hz. Peygamber (a.s.) da;

ان تؤمن بالله وملاءكته و كتبه و رسله و اليوم الاخر و تؤمن بالقدر خيره و شره  الايمان

Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe îmân etmendir, yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” diye cevap verdi. Adam tekrar

صدقت  doğru söyledin dedi ve

فاخبرني عن الاحسان   Peki ihsan nedir, onu da anlat dedi. Bunu üzerine Hz. Peygamber (a.s.);

الاحسان ان تعبد الله كانك تراه فان لم تكن تراه فانه يراك

“İhsan, Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” diye cevap verdi. O adam,

 صدقت  doğru söyledin dedi.

Hz. Ömer, bu adamın Peygamberimize kıyametin ne zaman kopacağını sorduğunu, Peygamberimizin kendisine cevap vermesinden sonra  sessizce çekip ettiğini, Hz. Peygamberin kendisine bu soruları soran kişinin kim olduğunu bilip bilmediğini sorduğunu, kendisinin de bilmediğini söylediğini, bunun üzerine Peygamberimizin “O, Cebrail idi, size dininizi öğretmek için geldi” dediğini anlatmıştır. [2]

Peygamber efendimiz bu hadiste îmân esaslarını alt olarak saymıştır. Bunlar; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine âhiret gününe ve kadere îmân etmektir. Bu hadiste sayılan îmân esasları Kur’ân-ı Kerimde muhtelif âyetlerde geçmektedir. Mesela Bakara suresinin 177 ve 284 ile Nisa suresinin 136. âyetlerinde “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe” îmân geçmektedir. Kur’ân’da “kadere îmân edin” şeklinde bir âyet yok ise de bir çok âyet, “kadere îmânı” ifade etmektedir. Kur’ân’a îman kadere de îma etmeyi gerektirmektedir. Çünkü Kur’ân’a îmân eden, onda bildirilen esaslara da îmân eder.

ALLAH’A İMAN

 

Allah’a îman; Allah’ın varlığına, birliğine,  yaratan, yaşatan, rızık veren ve besleyip büyütenin yalnız Allah olduğuna, O’ndan başka ibadete layık ilah ve mabut bulunmadığına, bütün kemal sıfatlarla muttasıf ve noksan sıfatlardan münezzeh bulunduğuna îman etmeyi gerektirir. Allah’ı îman edebilmek için Allah’ın tanımamız gerekir. Biz Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıyabiliriz. Allah’ın beş çeşit sıfatı vardır:

  1. a) Zâtî sıfatları; vücut (vardır), kıdem (varlığının evveli yoktur), beka (varlığının sonu yoktur), vahdâniyet (tektir, eşi ve benzeri yoktur) muhalefetün lihavadis (yaratıklarından hiç birine benzemez), kıyam binefsihî (varlığı kendindendir, yaratılmış değildir).
  2. b) Sübûtî sıfatları; hayat (diridir, yaşamaktadır), ilim (her şeyi bilir), semi‘ (her konuşulanı işitir, gizli âşikâr bütün sesleri ve duaları duyar), basar (küçük büyük her şeyi görürü), irade (dilediği olur, dilemediği olmaz), kudret (her şeye gücü yeter), kelam (peygamberlerle vahiy yoluyla konuşmuştur), tekvin (yaratıcıdır, her şeyi O yaratmıştır).
  3. c) Selbî sıfatları. Allah hakkında düşünülmesi mümkün olmayan sıfatlardır. Mesela

“Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır. O’ndan çocuk olmamıştır (kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir). Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir” (İhlas,112/2-4),

“Onun hiçbir ortağı yoktur…”(En’am, 6/163),

“Onun mülkte hiçbir ortağı yoktur”  (İsrâ, 17/111).

“O’nu ne uyuklama tutabilir ne de uyku (Bakara, 2/253).

 O (yaratıkları) besleyendir ve (kendisi) beslenmeye ihtiyacı olmayandır” (En’am, 6/14).

 “Allah, kullarına asla zulmedici değildir (Al-i İmrân, 3/182) anlamındaki âyetlerde geçen sıfatlar selbî sıfatlardır.

  1. d) Haberî sıfatlar. Âyet ve hadislerde bildirilen ancak mahiyetini insanların tam kavrayamadığı sıfatlardır. Allah’ın yüzü, gözü, eli, gelmesi, dünya semasına inmesi, arşı istiva etmesi gibi nitelikler bu tür sıfatlardır.
  2. e) Fiilî sıfatlar. Rızık vermesi, canlıların hayatlarına son vermesi gibi sıfatlar bu türü sıfatlardır. Kelam âlimleri Allah’ın fiilî sıfatlarını “tekvîn” sıfatı ile ifade etmişlerdir.

MELEKLERE ÎMAN

 

            Meleklere îmân, âyet ve hadislerle sabittir. Melekler şu özelliklere sahip varlıklardır:

  1. a) Nurdan yaratılmış, latif ve ruhanî varlıklardır. Onlarda; yemek, içmek, erkeklik, dişilik, evlenmek, uyumak, gençlik ve ihtiyarlık gibi insanlara ait özelliklerden hiç biri yoktur. (Enbiya, 21/19-20)
  2. b) Allah’a isyân etmezler. Hangi iş için yaratılmış iseler o işi yaparlar. Daimî olarak Allah’a ibadet ve itaat ederler (Nahl, 16/50),

            “Kuşkusuz Rabbin katındakiler O’na kulluk etmekten asla kibirlenmezler. O’nu tesbih eder ve yalnız O’na secde ederler” (A’raf, 7/206).

  1. c) Melekler bir anda Allah’ın emrettiği bir mekândan diğer bir mekâna intikal edecek, hatta yerleri ve gökleri dolaşacak bir kabiliyette yaratılmışlardır. Onların kanatları vardır (Fâtır,35/1) Melekler çok az bir zamanda çok uzak yerlere gidebilirler (Meâric, 70/4).
  2. d) Allah’ın emirleriyle farklı şekillere girebilirler.
  3. e) Gözle görülmezler. Gözle görülmeyişleri onların yok olduklarından değil, gözlerimizin o kabiliyette yaratılmamış olmasındandır

            Melekler görevleri yönünden bir kaç gruba ayrılır. Melekler yerde, arşta veya semada bulunurlar. Yerde bulunanlara arzî, gökte bulunanlara semavî, arşta bulunanlara ise arşî denir.Melekler yüklendikleri görevler itibariyle farklı isimlerle anılmışlardır. Bunlardan dördü, büyük melek olarak bilinmektedir: Cebrâîl, Mikâîl, İsrâfîl ve Azrail. Bilinen diğer melekler de şunlardır: Münker-Nekir, Kirâmen Kâtibin (Hafaza), Hamele-i Arş, Hazin, Zebânî, Mâlik, Rıdvân.

 KİTAPLARA ÎMAN

 

         Allah ilk insan Adem (a.s.)’dan itibaren her topluma bir peygamber göndermiş ve onlara kitaplar vermiştir.

         “Andolsun biz elçilerimi açık mucizelerle gönderdik ve onlarla beraber kitap indirdik…” (Hadîd, 57/25) anlamındaki âyet bu gerçeği ifade etmektedir. Ayet ve hadislerde kitap verildiği bildirilen peygamberler şunlardır. Adem (a.s.)’a 10 sayfa Şît (a.s.)’a 50 sayfa İdris (a.s.)’a 30 sayfa  İbrahim (a.s.)’a 10 sayfa, Musa (a.s.)’a Tevrat, Davud, (a.s.)’a Zebur, İsa (a.s.)’a İncil, Hz. Muhammed (a.s.)’a Kur’ân verilmiştir.  Kur’ân’ın dışındaki diğer kitapların asılları korunamamıştır. Kur’ân Allah’tan geldiği gibi aynen korunmuştur. Kur’ân’ın korunmasını bizzat Allah kendi uhdesine almıştır.

         Şüphesiz ki Zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik. Onun koruyucusu da elbette biziz” (Hıcr, 15/9) ânlamındaki âyet bu gerçeği ifade etmektedir.

   PEYGAMBERLERE ÎMAN

 

         Yüce Allah Adem (a.s.)’dan Hz Muhammed (a.s.)’a kadar her topluma bir peygamber göndermiştir.

 “Hiçbir ümmet / toplum yoktur ki aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın” (Fâtır, 35/24) anlamındaki âyet bu gerçeği ifade etmektedir. Peygamberlerin görevleri Allah’ın emir ve yasaklarını, helal ve haramların, hüküm ve tavsiyelerini insanlara ulaştırmak (tebliğ), dİn kurallarını sözlü ve uygulamalı olarak insanlara öğretmek ve onlara örnek olmaktır. Peygamber; özü, sözü ve davranışları dosdoğru (sâdık), güvenilir (emin), akıllı ve  günahsız insanlardır. Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e (a.s.) kadar insanlara gönderilen peygamber sayısında ihtilaf olmakla beraber bazı kaynaklarda 224 bin olduğu bildirilmiştir. Bunlardan 25 tanesinin ismi Kur’ân’da geçmektedir. Bunlar; Adem, İdris, Nuh, Hud, Sâlih, Lut, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Eyyub, Şuayb, Musa, Harun, Davut, Süleyman, İlyas, El-Yesa’, Zülkifl, Yunus, Zekeriya, Yahya, İsa ve Hz. Muhammed’dir. Ayrıca Kur’ân’da haklarında bilgi verilen Üzeyr, Lokman ve Zülkarneyn adlarında üç kişinin peygamber mi veli mi olduğu konusunda ihtilaf edilmiştir.

      ÂHİRET GÜNÜNE ÎMAN

 

         Îmân esaslarının en önemli esaslarından biri âhirete îmandır. Pek çok âyet ve hadiste âhirete îmân detaylı olarak anlatılmaktadır. Kur’ân ve hadislere göre, insanlar ölünce ruhları âlem-i berzah’ta yaşarlar. Birinci defa sûra üfürülünce bütün canlılar ölür, kıyamet kopar. İkinci defa sûra üfürülünce bütün insanlar Allah’ın emriyle dirilirler. Mahşer yerinde toplanırlar. Dünyada yaptıklarından hesaba çekilirler. Netice her insan îmân ve ameline göre ya cennet ya da cehenneme gider. Kafir, müşrik ve münafıklar cehennemde ebedî olarak kalacaklardır. Günahkâr müminler Allah affetmez ise cezalarını cehennemde çekecekler, sonra îmânlarının mükafatını görmek üzere cennete gireceklerdir.

               KAZA VE KADERE ÎMAN

 

         Allah’ın ezelden ebede kadar olacak şeylerin zaman ve mekanını, nitelik ve özelliklerini, kısaca ne şekil ve ne zamanda olacaklarsa onların hepsini ezelde daha bunlar yok iken bilip o suretle tahdit ve takdir etmesine “kader”;  ezelde takdir ve irade buyurduğu şeylerin zamanı gelince  her birisinin ezeldeki ilim, irade ve takdirine uygun bir şekilde icat etmesine ve yaratmasına ise “kaza” denir. Kader, Allah’ın ilim sıfatına, kaza ise tekvin sıfatına râcidir. Kaza ve kadere îmana Hadîd sûresinin 22-23. âyet-i kerîmelerinde açıkça işaret etmektedir:

 

 

         “Ne yerde ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiç bir musîbet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış (ezelî bilgimizde tespit edilmiş) olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık)…”

    İMANIN KABUL OLMA ŞARTLARI

        

Bir insanın îmanın geçerli olabilmesi için şu  altı şarta uygun îman edilmesi gerekir:

Îmânda Şüphe Olmamalıdır

         Îman edilmesi gereken şeylerin tamamına şeksiz şüphesiz ve kesin olarak îmân edilmesi gerekir. Şüphe ile îmân bağdaşmaz. Yüce Allah,

“… Yemin olsun sana Rabb’inden hak geldi, sakın şüphelenenlerden olma” buyurmuş (Yunus, 10/94) ve müminleri şüphe etmeyen kimseler olarak tanıtılmıştır:

“Müminler ancak Allah’a ve Peygamberine îmân eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat eden kimselerdir. İşte (îmân iddiasında) doğru olanlar (sâdıklar) bunlardır” (Hucûrat, 49/15).

         Mümin olabilmek için ilk başta kalpten şüpheyi atmak şart olduğu gibi îmânın bekası ve devamı için de şüpheden uzak olmak da şarttır. Îmân esasları ile ilgili olarak “bunlar, doğru mu, değil mi? aslı var mı, yok mu? ” diye şüphe etmek kesin bir şekilde kalbin huzur ve sükûn içinde tasdîk etmesi anlamında olan îmân ile ters düşer.

         Îmân edilecek şeylerin hepsine inanılmalıdır

            İman edilecek şeylerin bir kısmına îman edip bir kısmına îmanı etmeyen kimsenin îmanı geçerli değildir. Çünkü “îmân”, bütünlük ister, îmân esaslarının hepsine inanmayı gerektirir. Küfür için îmân edilecek şeylerin hiçbirine inanmamak şart değildir. Bir kısmına veya birine inanmamak da küfürdür.[3]

Nisa sûresinin 150-151 âyetinde peygamberlerden bir kısmına îmân edip bir kısmına îmân etmeyenlerin “hakîkî kâfir” oldukları bildirilmiştir:

           Âl-i İmrân sûresinin 119. âyetinde Allah, müminleri;

“İşte siz öyle kimselersiniz ki onları (ehl-i kitabı) seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler. Siz kitabın hepsine inanırsınız…” şeklinde tanıtmıştır.

         Aynı sûrenin 7. âyetinde ise,

 

“…İlimde ileri gidenler, “Ona (Kur’ân’a) îmân ettik. Hepsi Rabb’imiz katındandır” derler” buyurulmuştur.

Allah Bakara suresinin 85. âyetinde

“… Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” buyurarak Yahudileri kınamış ve böyle yapanların cezasının dünyada rezillik, âhirette ise şiddetli azap olduğunu bildirmiştir.

Kur’ân’a, başından sonuna kadar bütün sûre ve âyetlerine, âyetlerde geçen hüküm ve tavsiye, emir ve yasak helâl ve haram, bilgi ve haberlerin tamamına inanmak, hak ve doğru olduğunu tasdîk etmek mü’min olmak için şarttır. Kur’ân’ın bir hükmüne, bir farz veya yasağına, bir âyetine inanmayan veya uygulanmasını, geçerliliğini kabul etmeyen îmân sahibi olamaz.

Yeis halinden önce îmân edilmelidir

 

Hayattan ümidi kesip ölümle karşı karşıya gelmeden ve ilâhî azapla karşılaşmadan önce îmân edilmesi gerekir. Bu halde yapılacak îmânın, insana faydası olmaz. Dünyada itaat ve isyan imkânı varken îmân edilmesi gerekir. İlâhî azabın geldiğini görünce, yaşamanın mümkün olmadığını anlayınca ve can boğaza gelince yapılan îmânın geçerliliği yoktur. Askerleri ile birlikte Musa (a.s.) ve ona îmân edenleri takibe koyulan Firavun, Kızıldeniz’de boğulmak üzere iken “îmân ettim, ben de müslümanlardanım” demiş fakat îmânı kabul olmamıştır (Yunus, 10/90-91).          Firavun’un îmânı niçi kabul olmamıştır? Kabul olmamıştır, çünkü ilâhî azabı görmüş, ölümden başka seçeneği ve yaşama imkânı kalmadığı bir zamanda îmân etmek istemiştir. Yüce Allah cc Mümin suresinin 85. âyetinde

Azabımızı gördükleri zaman, îmânları kendilerine fayda sağlamadı…” buyurmuştur (bk. En’am, 6/158).

İlâhî azap ile karşılaşıp son nefese gelince îmân kabul olmadığı gibi tövbe de kabul olmaz:

“Kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca; ‘Ben şimdi tövbe ettim’ diyen kimseler ile kâfir olarak ölen kimselerin (tövbeleri geçerli) değildir Bunlar âhirette elem dolu bir azap hazırlanmıştır( Nisa,4/18).

         Îmâna şirk karıştırılmamalıdır

         Allah katında îmânın makbul olabilmesi için insanın tevhît üzere bulunması gerekir. Îmânına şirk karıştıran kimsenin îmânı da ibadetleri de geçerli değildir. Böyle bir kimse hidayete ermiş sayılmaz. Yüce Allah, En’âm sûresinin 82. âyetinde şöyle buyurmaktadır:

“İman edenler ve îmânlarına zulüm (şirk) karıştırmayanlar varya, işte güven onlarındır ve hidayete ermiş olanlar da onlardır.”

         Allah’a zatında, sıfatlarında, ibadetinde, Rab ve ilah oluşunda ortak koşan kimsenin îmânı geçerli değildir. Böyle bir kimse mümin değil müşriktir.

 

 

“Yüzünü hanîf (Allah’ı birleyen) olarak dîne çevir, sakın (Allah’a) şirk koşanlardan olma” (Yunus, 10/105) buyuran Allah, îmânlarına şirk karıştırarak îmân edenleri kınamaktadır:

 

“Onların çoğu, Allah’a şirk koşmadan îmân etmezler” (Yusuf, 12/106).

Îmân esasları kalp ile tasdîk edilmelidir

         Îmânın geçerli olabilmesi için bir insanın sadece diliyle îmân ettiğini söylemesi yeterli değildir. Îmân esaslarının tamamını kalbi ile tasdîk etmesi gerekir. Çünkü îmânın yeri kalptir    Bakara suresinin 8. âyetinde Allah’a ve âhiret gününe îman ettik dedikleri halde onların mümin olmadıkları bildirilmektedir:

“İnsanlardan Allah’a ve âhiret gününe îman ettik diyen kimseler vardır. Halbuki onlar mümin değillerdir”

Niçin mümin değillerdir. Mümin değillerdir çünkü sadece dili ile “îmân ettim” demek yeterli değildir, kalp ile de îmân edilmesi gerekir. Mâide sûresinin 41. âyetinde bu husus, şöyle ifade edilmektedir:

 

“Ey Peygamber! Ağızlarıyla “îmân ettik” deyip kalpleriyle îmân etmemiş olanlardan ve Yahudilerden küfürde yarış edenler seni üzmesin…”

         Peygamberimiz (a.s.)’in yanına girip inanmadıkları halde îmân ettiklerini söyleyen bir grup Yahudi ile ilgili olarak,

“Size geldiklerinde “îmân ettik” dediler. Oysa küfürle (yanınıza) girmişler yine küfürle (yanınızdan) çıkmışlardı…” (Mâide, 5/61).

 Bu tür kimselere din dilinde “münafık” denir. Münafık kalbiyle iman etmediği halde sadece diliyle îman ettiğini söyleyen kimsedir. Nitekim Bakara sûresinin 14. âyetinde münafıklarla ilgili olarak;

“(Onlar), müminlere rastladıkları zaman “îmân ettik” derler. Fakat şeytanlarıyla (önderleri ve ileri gelenleriyle) yalnız kaldıkları zaman, “biz sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz” derler” buyurulmuştur         Bir kıtlık yılında Medine’ye gelip îmân ettiklerini söyleyen ve sadaka isteyen Benî Esed kabîlesinin bedevîleriyle ilgili olarak;

“Bedevîler, “îmân ettik” dediler. (Ey Peygamberim!Onlara) de ki: “Îmân etmediniz (öyle ise îmân ettik demeyin) fakat “boyun eğdik” deyin. Henüz îmân kalbinize girmedi….” buyurulmuştur (Hucûrât, 49/14).

         Îmânın yeri kalp olduğu gibi şüphenin  (Tevbe, 9/45) ve inkârın yeri de kalptir (bk. Nahl, 16/22). Kalpten gelmeyen ve zorlama sonucu dil ile ifade edilen “inkâr” sözü bu sebeple insanın îmânını yok etmez (Nahl, 16/106) Hatta kalpten gelmeyen ve yanılarak yapılan şeylerde günah da yoktur (bk. Ahzab, 33/5).

         Kalbin içinde olanı ancak Allah bilir. Kalben inanmadığı halde dili ile inandığını söyleyen kimseye biz “mümin değil” diyemeyiz. Biz zâhire göre hükmederiz. Dili ile “müminim” diyen insan, kalben de inanmış mı inanmamış mı bunu bilemeyiz. Bu sebeple “müminim” diyen insana “sen mümin değilsin” denilmez (bk. Nisa, 4/94).

         Âyetler ve Dini Hükümler Alay Konusu Yapılmamalıdır

Ayetleri ve dînî hükümleri inkâr edip kabul etmemek îmana mani olduğu gibi Kur’ân’ı, hatta bir âyeti, dînî bir hüküm, emir ve yasak, helal ve haramı beğenmemek, küçümsemek, hafife ve alaya almak da îmana engeldir. Ayetleri inkar edenler ve alaya alanlar mümin değillerdir. Bu husus Kur’ân’ın bir çok âyetinde açıkça bildirilmektedir. Şu âyetleri örnek olarak zikredebiliriz:

 

“(Ey Peygamberim!) De ki: Amel bakımından en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını zannettikleri halde dünya hayatındaki çalışmaları kaybolup giden kimseleri haber vereyim mi” Onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkâr eden, böylece amelleri boşa çıkan ve bu yüzden kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir. İşte böyle, inkâr etmeleri, âyetlerimi ve peygamberlerimi alaya almaları yüzünden onların cezası cehennemdir” (Kehf, 18/103-106).

 Ayette, âyetleri inkâr edenler ile alaya alanlar aynı kategoride zikredilmişlerdir. Bir ayeti inkâr ile onu küçümsemek ve alaya almak aynı anlamı ifade eder. Bu yüzden mümin olabilmek için bir hiçbir dini hükmü küçümsememek ve alay konusu yapmamak gerekir. Hatta âyetlerin inkâr edildiği ve alaya alındığı bir mecliste bulunmak bile Kur’ân’da yasaklanmıştır (bk. Nis, 140).

Îmân ettiğini söylediği halde Allah ve Resulü’nün hükümlerinden yüz çeviren ve hükümlerini  beğenmeyenler (Nur, 24/47-50). Allah ve Peygamberin hükümlerine razı olmayanlar îmân etmiş sayılmazlar (Nisa, 4/460, 461, 65. Maide,  5/43).

         Mümin, Allah’a ve Peygambere îmân ettiği gibi onların koyduğu hükümleri de kabul edip uygular  (Nur, 24/51). Allah ve Resulü bir konuda bir hüküm verdikten sonra artık müminin onu kabulden başka bir seçeneği yoktur (Ahzab, 33/36).

 

İnsanın en kıymetli varlığı, îmânıdır. Çünkü insanı ebedî saadete erdirecek ve amellerinin makbul olmasını sağlayacak olan îmânıdır. Kur’ân’da; îmânı olmayanların amellerinin boşa gideceği (Maide, 5/5) îmânsız amelin kabul olmayacağı bildirilmektedir (Nisa, 4/38; Bakara, 2/264; Tevbe, 9/17, 19).

         Îmân etmeyenlere acıklı azap hazırladığını bildiren (İsra, 17/10; Sebe’, 34/8), îmân edip sâlih amel işleyenlere cennet ve nimetlerini va’deden (Bakara, 2/25, 82. Nisa, 4/57; Ra’d, 13/29), îmân edenleri öven ve îmân etmeyenleri yeren yüce Allah, ancak kendisine yazık edenlerin îmân etmeyeceklerini haber vermektedir (En’am, 6/12, 20).

Îmân eden de inkâr eden de kendi leh ve aleyhine yapmış olur (Yunus, 10/108). Îmân eden hidayete ermiş ve ebedî saadeti kazanmış olur. “Kulluk” görevini ifâ edebilmek, “dünya imtihanını” başarı ile noktalayabilmek ve neticede Allah’ın rızasını ve cennetini kazanabilmek için “hakikî bir îmâna” sahip olmak, bunun için de “îmân gerçeğini” ve “îmânın kabul olmasının şartlarını” çok iyi bilmek gerekir.

İmân“; Allah’a ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)’ın Allah tarafından haber verdiği kesin olarak belli olan şeylerin doğru olduğuna tereddütsüz  inanmak, bunların hak ve doğru olduğunu içinden  şeksiz ve şüphesiz tasdîk ve itiraf etmek demektir. Ayet ve hadislerde îman esasları altı olarak bildirilmiştir: Bunla, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kaza ve kadere – hayır ve şerrin Allah’ın yaratmasıyla meydana geldiğine îman etmektir. Îman, “lâ ilâhe illallah” tevhit cümlesinde toplanmıştır. İman sarayına bu cümle ile girilir. Buna icmâlî iman denir. Ancak mümin icmâlî iman ile yetinmez. Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine , âhiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, cennet ve cehenneme, sevap ve ikaba, kaza ve kadere; Kitap ve Sünnet ile Hz. Muhammed’in Allah tarafından tebliğ ettiği ve tevatür yoluyla sabit olan kesin haber ve hükümlerinin her birerlerine ayrı ayrı Allah ve Peygamberinin istediği şekilde îman etmek eder. Buna da tafsîlî îmân denir.

Bir îmanın kabul olması için şu altı şartın birlikte bulunması gerekir:

  1. İmanda şüphe bulunmamalıdır.
  2. İmanda bütünlük olmalı, iman edilecek şeylerin tamamına iman edilmelidir.
  3. Îmana şirk karıştırılmamalıdır.
  4. İman son nefese bırakılmamalıdır.
  5. İman esasları kalp ile tasdik edilmelidir.
  6. Ayetler ve dînî hükümler alay konusu yapılmamalı, küçümsenmemelidir.

Mümin şartlarına uygun iman etmeli, îmanın kendisine yüklediği görevleri de eksiksiz yapmaya çalışmalıdır. Çünkü amel ve ibadetlerle beslenmeyen iman zayıflayabilir, hatta kaybedilebilir. Kur’ân’da pek çok âyette îmân sâlih amel hep birlikte zikredilmiştir.

“…. Kim Allah’a ve âhiret gününe îmân eder ve sâlih amel işlerse onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir” (Bakara, 2/62. bk. Maide, 5/69).

“İman edip Salih amel işleyenlere kendileri için içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele…” (Bakara, 2/25).

  –

Hamdi yazır tefsiri

[2] Müslim, Îmân, 1, 5. I, 37, 40. bk. Buhârî, Îman, 37. I, 1 8. Ebû Dâvud, Sünnet, 17. V, 72.  İbn Mâce, Mukaddime, 9. I, 24.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
ÎMÂN ESASLARI VE ÎMÂNIN KABUL OLMA ŞARTLARI
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 5 Ocak 2015, 16:37

    Tebrik ederim çok güzel yazı çok güzel ve faideli bir çalışma ….

    Cevapla