Osmanlı Devleti’nin saray teşkilatı ve enderûn, hayret ve hayranlık uyandıracak fevkalade bir sisteme sahip esrarlı bir âlemdi. Saray-ı Hümayun denen Osmanlı sarayı; Bîrun-i Hümâyûn (sarayın dışı), Enderûn-i Hümâyûn (sarayın içi) ve aileye mahsus Harem-i Hümâyûn olmak üzere üç kısımdı. Enderûn-i Hümâyûn, devlet merkezi olan Saray-ı Hümâyûn dâhilinde padişahın günlük hayatını geçirdiği selâmlık dairesiydi.
Enderûn Mektebi ise saray personelinin ve adaylarının yetiştirildiği Enderûn-i Hümâyûn ile dış saraylarda etkinlik gösteren eğitim kurumlarıdır. Ancak (dış saraylar denen) Edirne Sarayı, Galata Sarayı, İbrahim Paşa (ve bir ara İskender Çelebi) Sarayları Enderûn-i Hümâyûn’a talebe hazırlamaktaydı.
Buralarda talebeler Türkçe okuma-yazma öğrenip, Türk-İslâm terbiyesiyle yetişirlerdi. Çıkmalarda (mezuniyet sonrası atama) en kabiliyetlileri Enderûn-i Hümâyûn’a seçilerek alınırlardı. Genel olarak Enderûn Mektebi talebelerine ve Enderûn-i Hümâyûn’daki saray (maaşlı devlet başkanlığı) personeline/talebelerine de ‘iç oğlanı’ denirdi.
İç oğlanları; sîmâ ve kıyâfet ilmine göre dikkat ve titizlikle seçilen zekî, yakışıklı, düzgün fizikli, iyi huylu, kibar Hıristiyan tebaa çocukları ve savaş esirleri arasından seçilen devşirmeler (Müslüman olan çocuklar) idi.
Tarihte ilk zekâ testi de bu seçmelerde uygulanmıştır. Devlet yönetiminde gerçek bir hizmet sahası olan Enderûn-i Hümâyûn devletin yönetim kademelerinde hizmet edeceklerin işbaşında yetiştirildiği, bünyesinde Siyâsal Bilgiler Fakültesi, Harb Akdemisi, Güzel Sanatlar Akademisi ve Konservatuar bulunan, tatbikat yapan siyâsî-askerî mahiyetli bir saray üniversitesiydi.
Neredeyse bütün büyük devlet makamları ile kapıkulu ocaklarının çoğu Enderûn’dan yetişmiştir. (Şeyhu’l-İslâmlar, sadrazamlar, kaptan paşalar, beylerbeyi-ler, sancak beyleri; kemankeş (okçu), hattat, nakkaş, musıkîşinas, besteci vb. sanatçılar…)
Enderûn-i Hümâyûn’da iç oğlanları bir yandan sarayın ve padişahın hizmetlerini görürken diğer taraftan da sistemli ve mükemmel bir tahsil ve terbiye görürlerdi. Böylelikle hem askerî temele dayalı resmî Osmanlı mefkûresi öğretiliyor, hem de padişaha tam bağlı yönetim kadrosu hazırlanıyordu.
Büyük ve Küçük Odalar, Doğancı Koğuşu, Seferli Oda, Kiler, Hazine Odası ve Has Oda olarak sınıflandırılan Enderûn-i Hümâyûn’un Büyük ve Küçük Odalarında iç oğlanları okuma-yazma ve Kur’an dersi görürlerdi.
Diğer sınıflarda dînî ve fennî (pozitif) ilimlerle Arabca ve Farsça da öğrenirler, çeşitli sportif faaliyetler yaparlardı. İstidadı olanlara binicilik, atıcılık, silahşörlük (kılıç, ok vb.) de öğretilirdi. Yine kabiliyeti olanlardan hat, nakış, musıkî vb. sanatlarla uğraşanlar da olurdu.
Sırası gelenler çıkma denen atamalarda liyâkat ve kabiliyetine göre saray haricinde çeşitli devlet hizmetlerine (makamlarına) getirilirlerdi. Uzun ve çok disiplinli bir eğitim olup, itaatsizlik söz konusu değildi. Saray edeb, ahlâk, terbiye ve nezâketine aykırı hareket edenler ileri sınıflara yükselemezlerdi. İleri sınıflara yükselenler subay rütbesi taşırlardı.
Oda adı verilen sınıfların en yükseği ‘Has Oda’ olup, Hırka-i Saadet ve Mukaddes Emanetler burada bulunmaktaydı. Burada padişahın şahsî hizmetlerini de gören albay rütbesinde 40 genç bulunur; bunlar aynı zamanda Hırka-i Saadet dairesini temizlerler, mukaddes emanetleri korurlar, eşyaların bakımını yaparlar, mübarek gecelerde kokulandırıp Kur’an okurlardı.
İşte son derece zekî ve yetenekli bu gençler Enderûn-i Hümâyûn’da (sarayda) devlet ciddiyetiyle yetiştirilmişlerdir.
Ancak yerli ve yabancı İslâm ve Osmanlı düşmanı bazı tarihçi ve romancılar ‘iç oğlanı’ ve ‘Has Oda’ terimlerinden hareketle, mahiyetini ya incelemeden ya da bile bile padişahların bu gençlerle burada iğrenç nefsani işler (oğlancılık) yaptıklarını iddia etmişlerdir.
Baştan beri anlattığımız gibi tamamen İslâmî terbiye ile yetişen bu personele ‘İç oğlanı’ denmesi bu genç-bekâr delikanlıların İç Saray (Enderûn-i Hümâyûn)’da istihdam edilmelerindendir. ‘Has Oda’nın mahiyeti ise yukarıda açıklanmış olup, iddialar ile hiçbir alakası yoktur. Padişahların da böyle bir şey yapmadıkları açıktır.
Bu iftiralar ilme, akla ve izâna sığmamaktadır. İnsâf, izân ve sağduyu sahipleri için her şey meydandadır. (1)
Kaynak:1) İ.H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nde Saray Teşkilatı (Ankara-1988), 297-357; Y. Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi (İstanbul-1983), 8/299-307; M. Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü (İstanbul-1983), 1/7-18, 533-536, 2/28-29; O. Ergin, Türk Maarif Tarihi (İstanbul-1977), 1-2/11-40; M. İşpirli, Enderûn / TDV-İslâm Ansiklopedisi (İstanbul-1995), 11/185-187; A. Şimşirgil, İç oğlanı / TDV-İslâm Ansiklopedisi (İstanbul-2000), 21/449-450; İ. Parmaksızoğlu, Enderûn / MEB-Türk Ansiklopedisi (Ankara-1968), 15/193-196; A. Akgündüz- S. Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı (İstanbul-1999), 1001-105.