ŞEFAAT 3

featured

1

Bütünüyle Şefaat Düşüncesinin Reddedilmesi

 

Siz Ey imana ermiş olanlar! Pazarlığın, dostluğun ve şefaatin geçerli olmayacağı bir gün gelmeden önce size rızk olarak bağışladığımız şeylerden (bizim yolumuzda) harcayın. Ve bilin ki hakikati inkâr edenler zalimlerin ta kendileridir.” (Bakara 254)

Bu âyet iman edenlere -insanların dünyada sıkıntılı anlarında kurtulmalarını sağlayan birçok çıkış noktası arasından en önemlileri olarak bilinen- malın fidye olarak verilmesi, dostluk ilişkisi, itibar sahibi birisinin iltimas ve tezkiyesiyle ve nihayet bir gücün yardımıyla kurtulma gibi tüm kurtuluş yollarının ortadan kaldırıldığını açıklamaktadır.

Sonuç olarak öncelikle belirtelim ki, Kur’ân’ın reddettiği şefaatin geçerli olduğu iddia edilen alan, dünya hayatına dair olduğu düşünülebildiği gibi, asıl ve üzerinde durulması gereken ahiret hayatıdır. Çünkü bütün Kur’ânî ima ve işaretler hemen bütünüyle ahiret hayatını göstermektedirler. Söz ahiret hayatı çerçevesinde dönüp dolaşmakatdır. Kaldı ki şefaat konusu tarihsel olarak Mekke müşriklerinde belirgin olmakla beraber, onlardan önce de sonra da, diğer din ve mezhep salikleri tarafından da belirli düzeylerde kabul edilen bir inanç olarak karşımıza çıkmaktadır. Kabul etmek gerekir ki, özellikle ahirette şefaatin geçerliliğine yönelik inanç, nasıl bir Allah inancına sahip olunduğuyla doğrudan ilişkilidir. İnsan şekilci bir Allah tasavvurunun egemen olduğu hemen her yerde, yarı tanrılara, aracı kurum ve şahıslara ihtiyaç duyulmuştur.

Bu türden bir inancın hâkim olduğu ortamda nazil olan Kur’ân’ın -insanlığa sunduğu ve özünü Tevhid inancının oluşturduğu mesajlarıyla çatışan bu inancın ortadan kaldırılması doğrultusunda- ilgili âyetlerinin kendi içerisinde bir seyir takip ettikleri görülmektedir. Sürecin başlangıcında biraz da kendi içerisinde istihzai bir eda barındıran bir tarzda, şefaatçilerin fayda vermediği, elçilerin hayata ve sonrasına dair söylediklerinin gerçek olduğunun ortaya çıktığı ahiret hayatında, şefaatçi olarak düşünülen yan tanrıların ortalıkta gözükmedikleri, çünkü bunun bir iftira olduğu vurgulanmıştır. Süreç, bizzat şefaatçi bekleyenlerin gelecekte söyleyecekleri ifadeler¬le gerçekte böyle bir şeyin olmadığını, candan bir dost ve kayırıcının bulunmadığını vurgularken dikkat çekicidir. Konu, Allah’ın bilgisi ve bu bilginin kuşatıcılığı çerçevesinde yoğunlaşır. Bir bakıma şefaatin neden reddedilmesi gerektiği, “De ki, göklerde ve yerde Allah’ın bilmediği bir şeyi mi O’na haber verebileceğinizi sanıyorsunuz,(Yunus 18)”ifadesiyle ortaya konulmaktadır. Çünkü şefaat, bir bakıma Allah’a bilmediği ve farkında olmadığı bir hususu, O’nun herhangi bir yanlışlık ve haksızlık yapmasına engel olmak için haber vermek demektir.

    Bu arada Rablerinin huzurunda toplanmaktan korkan mü’minlerin daha çok takvaya erişmelerini temin etmek için, Allah’ın berisinde geçerli olabilecek veli ve şefaatçinin olmadığı gerçeğini iyice hazmetmelerini sağlamak amacıyla Kur’ân’la Peygamber tarafından uyarılmaları (bkz. Enam 51) gerçekten konunun anlaşılması bakımından dikkate değer bir husustur. Diğer yandan şefaat teriminin sözlük anlamında bulunan çift anlayışını adeta yıkarcasına, ahiret hayatına ulaşmanın görüntüsü olarak, insanın ilk yaratılışındaki gibi, tek başına olacağına yönelik uyarı da (Enam 94) kayda değer bir husustur. Şefaat anlayışı, Allah’ın ısrarla kişinin bizzat kendi amel ve imanına yönelik vurgularını gözardı ederek, O’nun dinini adeta oyun ve eğlence haline getirmek gibi bir sonuca da götürebilir. (Enam 70)Çünkü ilahi dinde, her bir fert kendi kader-amel torbasını kendi omzunda taşır (İsra 13) kendi cennet veya cehennemini bizzat kendisi kazanır. (Bakara 286) Kimse kimsenin yükünü taşıyamaz.(Fatır 18)

    Süreç daha ileri bir boyut kazanarak, delaletleri daha kesin olan ifadelerle, ahiret günü, hiçbir şefaatçinin olmayacağı, fidye vermek, yardımlaşma ve her türlü pazarlık gibi bu dünya ölçeğinde bilinen ve uygulanan beşeri tüm ilişkilerin ortadan kalktığı bir gün olarak tanımlanmakta, hitap iman edenlere tevcih edilerek böyle bir gün gelmeden önce yapılması gerekenlerin bir an evvel yapılması teşvik edilmektedir.

  Şefaat ve İzin

   “Gerçek şu ki, sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evreden yaratan, sonra da kudret ve egemenlik makamına geçip varlığı yöneten Allah’tır. Onun izni olmadıkça, araya girip kayıracak kimse yoktur. İşte böyledir sizin Rabbiniz: öyleyse yalnızca ona kulluk edin: artık bunu iyice aklınızda tutmayacak mısınız?”

    “Allah’tır gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunan her şeyi altı evrede yaratan ve sonra Kudret ve Hakimiyet tahtı’na oturan. Onun berisinde sizin için ne bir dost ne de bir şefaatçiniz vardır. Hala düşünüp ders almaz mısınız?

    Şefaat teriminin Kur’ân tarafından reddedilen bir kavrama dönüşme sürecinde yukarıya aldığımız Yunus (10) 3 ve Secde (32) 4 âyetleri, dikkate değer bir özellik taşımaktadır. Her iki âyette de Allah’ın yaratıcılığına vurgu yapılarak, Arşa istiva eden (Tüm yaratılmışlara egemen olan) ve varlığı yöneten Rabb tanımlanmasına paralel olarak; O’nun berisinde herhangi bir şefaatçi ve dostun olmadığının ifade edilmesi, ispattan daha çok nefyin hedeflendiğini göstermektedir. Bir başka deyişle, her iki âyetin sonundaki ortak ifadeler olan; “hala düşünüp ders almayacak mısınız?” şeklindeki zeyil bölümleri değerlendirme dışı tutulacak olursa, yukarıdaki âyetleri iki ana bölümde değerlendirmek mümkündür. Birincisi; tanımlama sadedinde Allah’ın Kendi Zâtını, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yaratmasından sonra arşa istiva eden olarak belirlenmesidir. İkincisi ise; bu niteliklere sahip olan Birinin yanında şefaatçinin, velinin asla yer alamayacağının mutlak bir hüküm olarak tespitidir.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
ŞEFAAT 3
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir