Şefaat fikrinin geçtiği diğer kontekslerde oldu gibi burada da, Tevhid düşüncesinin yoğunlukla işlendiği bir bağlamda melekler ve şefaat bahsine yer verilmiştir. Bilhassa Allah’ın yegâne ilah olduğu ve kulluğun sadece O’na yapılması gerektiği vurgusu hâkim bir tema olarak ortaya çıkmakta ve O’nun yanındakilerinin durumuna dair bilhassa Mekke müşriklerinin zihinlerinde yer alan vehimleri çok kesin ifadelerle izale edilmektedir: “Göklerde ve yerde var olan herşey O’nundur; O’nun yanında yer alanlar O’na kulluk etmekte asla ne kibre kapılırlar ne de usanç duyarlar. Gece gündüz bıkmadan yorulmadan Onun sınırsın kudret ve yüceliğini anıp dururlar.” (Enbiya 19-20)
“Oysa biz senden önce de peygamberleri yalnızca, “Benden başka tanrı yok, öyleyse yalnızca bana kulluk edin!” diye vahyederek gönderdik.”(Enbiya 25) Bu noktada üzerinde durulması gereken önemli bir husus da şudur: Meleklerin ancak Allah’ın razı olduklarına şefaat edebilecekleri istisnası, bu durumun gerçekten böyle olacağına delalet etmez. Çünkü bu ifadeler, meleklerin fonksiyonel olarak şefaat edeceklerini ortaya koymak maksadıyla değil, melekleri Allah’ın kızları olarak gören ve onlara kendilerine şefaat edecekleri ümidiyle sembollerini yaparak kulluk eden Mekke müşriklerinin bu doğrultudaki inançlarının geçersizliğini ilan etmek hedefine matuftur. Melek ve şefaat bağlantısı mü’minlerle ilgili olarak değil, müşrikler bağlamında söz konusu olmaktadır. Bu nokta son derece önemlidir. Melekleri Allah’ın kızları olarak düşünüp, çok yükseklerde olduğundan kendisine ulaşılamayan Allah’a her halükarda yakın olan bu varlıkların yakınlıklarından istifade etmek üzere dünyadaki uygulamalardan hareketle- uzak olan bu Yüce Yaratıcıya aracılıkları sebebiyle meleklerin sembolü olarak putlar yapıp tapanların mü’minler değil, Mekke müşrikleri olduğu bilinmektedir. ( bkz. Zümer 3)
İşte şefaat ve melek ilişkisi böyle bir bağlamda dile getirilmektedir. Bundan dolayı ilgili âyetlerde öne çıkarılan husus meleklerin şefaat edecekleri ve bunun kimler için geçerli meseleleri olduğu değil, yarı ilah edinilen bu meleklerin diğer tüm yaratıklarda olduğu gibi- en temel niteliğinin, bir kul olarak Allah’ın emrini yerine getirmek, O’na rağmen asla herhangi bir söz söylememek ve O’na olan saygılarından dolayı çekingen davranmaktır. Kural olarak onlardan birisi bilfarz ilahlık anlamına gelen varlık dünyası üzerinde tasar-ruflarda bulunmaya kalkışsa, onun bu davranışının karşılığı, cehennem ile cezalandırılmaktır. Böyle olunca bu pasajlar, meleklerin neler yapıp, neler yapamayacaklarının ortaya konulmasından daha çok, mutlak tasarruf sahibi olarak Allah’ın ilah oluşu noktasında yegâne olduğunu ortaya koymaktadır.
Yukarıda da değinildiği gibi müşrikler, melekleri iki sebepten tanrı olarak kabul ediyorlardı. Birincisi, melekler onların gözünde Allah’ın evlatları gibiydiler, ikincisi, onlara tapmak suretiyle, onları Allah katında kendileri için şefaat edecek varlıklar haline getirmek istiyorlardı. Ancak bunun, tüm Mekke müşriklerinin ortak bir inancı olmadığı, meleklerin Allah’ın kızları olduğunu söyleyen ve cinlerle Allah arasında nesep bağı kuranların özellikle Huzaa kabilesinden, Kureyş kabilesinden ve diğer Arap kabilelerinden sınırlı düzeyde bir kısım insanlar olduğu unutulmamalıdır.
Burada, Mekke müşriklerinin, şefaatlerini umdukları meleklerin bilgi konusunun gündeme getirilmesi dikkat çekicidir. Çünkü şâfii durumunda olan meleklerin, şefaat edecekleri insanları çok iyi bilmeleri gerekir ki onları, kendilerinden daha az bilenin huzurunda savunabilsinler. Hâlbuki Allah’ın değerli kulları olarak melekler de, bilgi açısından sınırlılığa mahkûm durumdadırlar. Bu açıdan bakıldığında, şefaatçi edi¬nilen kutsal varlıkların kendileri muhtaçken, yani bilgi bakımından noksanken başkalarına nasıl yardım ve aracılık edebi¬lirler? Bu durum özellikle “Allah, onların önlerinde ve arkala¬rında olanı bilir” ifadesiyle ortaya konmuştur. Meleklerle ilgili bu hususa, insanlar arasından seçilen peygamberler de gündeme getirilerek aynı ifade kalıplarıyla Hacc (22) suresi 75 ve 76. âyetlerinde temas edilmektedir.
Bahis konusu yaptığımız âyetlerde dikkati çeken hususlardan birisi de şudur: Bir yandan melekleri Allah’ın yakınında görerek onlardan şefaat bekleyen müşriklerin bu inançlarının geçersizliği, meleklerin niteliklerinin ortaya konulması suretiyle beyan edilirken diğer yandan ahiretteki kurtuluşa dair geçerli ilke hatırlatılmış olmaktadır.