Dedelerimizin, ilk dedelerinin yaşadıkları ve henüz mağara ressamlarının yeni yeni sergi açtıkları fi tarihinde, Arkut dağında Keçi Kalesi yoktu. Aslında Arkut ismi ve hiç bir yerin ismi de yoktu.
Klan reisi, buradan şu tepedekilerle (Asar) dumanla yemeğe çağırabiliriz. Yine şuralardakilerle de (Çele ve Köroğlu dağı) dumanlaşırız deyip, ilk haberleşme ağını kurmuş ve Keçi Kalesinin ilk taşını gediğine koymuştu.
Sonra belki dedelerin oğullarının, oğullarının oğulları zamanında ve artık dağların adı çoktan beri ortaya çıktığında, Kratya’dan, Gas Tumanna’dan, Engürü’den, Cladiopolis’ ten yükselen dumanlar yerini haber kuşlarına, güvercinlere, hızlı koşan ulaklara ve ipek yolunda at koşturanlara bırakmıştı. Gel zaman git zaman yıllar sonra onlar da görevi telgraf, telefon ve telsize bırakınca pabuçları dama atıldı.
Haberleşme makineleşirken, abaküs kutuya girip bilgisayara dönüşüyor ve çoğalan bilgisayarlar aralarında bağlanıp bilgi paylaşıyorlardı. Zaman sonra internet adı verilen bağlantı, bütün dünyayı örümcek ağı gibi sarıp sarmalıyordu.
Klan reisinin torununun torunununun bilmem kaç nesil sonraki torunlarının çocukları ellerindeki el kadar aletin ekranına dokunduğunda saniyeden kısa zamanda dünyayı turlayıp Avusturalyadaki Aborjin arkadaşına hal hatır sorarken, ağ sunanlar herkesin silsilesinden girip, taallukatından çıkıp, neler yapacağını kayıtla zaptu rapt etmekteydiler. Güya lafa göre amaç ticari reklamdı ve artık dijital bağın ucu sonu yoktu.
Sonra bir korku çemberi sardı insanoğlunu, bu ağlarda bilgilerimiz bizden izinsiz kullanırlarsa diye. Kendilerini avutmak için kopyaları yapıştırıp ağdan kurtulduklarını, sorumluluktan sıyrıldıklarını sanıyorlardı. Öyle ya ağsız ne yapabilirlerdi. Artık duman duman üstüne değildi, çevirmeli, tuşlu aletler de çoktan müruru zamana uğramıştı.
Bir telaş bir telaş ki şaşkın ördek gibi bir o ağda bir bu ağda gizli sörf yapmaya çalışırken okyanuslardaki sanal çiftliklere mahkum olduklarını anladılar. Lakin iş işten geçmişti. İpek ağlardan vazgeçerlerse sosyal damarları kopacaktı.
Duman, ateş söndüğünde, kuşlar, avcılara yem olduğunda, ulaklar, durduğunda, atlar yılkı olduğunda bağ kopuyordu, ama sıkınıtı bu sanal ağda idi. Yok olması için ya elektromanyetik bir kasırga herşeyi silip süpürecek veya magma kaynama noktasını aşıp yeryüzünü belki de kıyamet denilen sonla yakıp, parçalayıp, hallaç pamuğu gibi savuracaktı. İşte o zaman ne ağ kalacaktı, ne ağcı ne de sazan.
Kişiselimizi korumak için, kıyameti istemediğimize ve zamanı yüz yıl önceye alamayacağımıza göre, Keçi Kalesi’nde yine biz ağ kurup, Arkut’u Dijital Dağ yapsak iyi olmaz mı? Ne dersiniz, yaparız değil mi?