BİR ZAMANLAR EVLERİMİZ -3-
Her katta, güneş giren pencereli bölüm dışında, dar hol veya bölmede tuvalet ve abdesthaneler bulunurken, ebeveyn yatak odalarındaki oda içi banyo olarak kullanılan gusülhane denilen üzeri açılıp kapanabilen kapaklı ahşap dolaba yatak yorgan da konulurdu. Yatak odalarında Gerede demirci esnafının yaptığı yaylı demir karyolalar, somyalar üzerinde veya yün yer yataklarında yün yorganlar örtülerek yatılırdı. Bu odalarda kadınların lavanta, gül kokulu sabun, biraz da naftalin kokulu kıymetli çeyizleri, işlemeli ceviz sandıklarda bir köşede kendine yer bulurdu.
Bilhassa büyük hanay ve odaların tavanları, oyma veya kabartma figürlü, bazen düz tahta çıtalarla, çeşitli geometrik şekillerden oluşan desen cümbüşü ile ahşap ustasının sanatını yansıtırdı.
Bazı günlük oturma odalarında kapaklı bir dolapta oda içi mutfak malzemeleri çay düzenekleri de yer alırdı. Yine oturma odasında veya büyük odalarda, camekânlı kütüphane dolaplarında, özel işlemeli kapaklı bez kabında Kur’an-ı Kerim, ailenin eğitim kültür durumuna bağlı ilmihal kitapları, tarihi ve dini hikâyeler, romanlar, gazeteler, dergiler, fotoğraf albümleri bulunurdu. Yine sürekli kullanılan oturma odalarında ve bazı yatak odalarında sobalar ve üzerinde kaynayan bakır su kazanları kışın, hatta bazen yazları bile Gerede’nin vazgeçilmezleri idi. Bazı evlerde kışın soğuğun içeri girmemesi için kapı üstüne tutturulmuş oda kapılarını tamamen kapatan kalın deri veya halı-kilim örtüler bulunurdu. Bu örtüler geçmişte camilerimizin giriş kapılarında da vardı.
Bazı evlerde, sobadan kor halinde alınan odun kömürü, yuvarlak mangallara konularak, üstü küllendirilip ısıtmada ve çay, kahve pişirmede kullanılırdı. Isınmada içinde odun yakılan ördek veya silindir sac sobalar zamanla yerini fırınlı kuzine sobalara ve tuğlalı kömür sobalarına ve odun talaşı yakılan silindir emaye sobalara terk etmişti. Tuğlalı sobalarda odun yerine ağırlıklı olarak Belediyenin (Merhum Belediye Başkanı Abdurrahman Şahin dönemi) Zonguldak ve Karabük’ten getirdiği Kok Kömürü yanmaktaydı. Avlu veya bahçe bölümünde bulunan ve komşuların da kullanabildiği ekmek fırınları da irice odunlarla ısıtılırdı. Belediyenin sattığı kayın odunları yanında yaylacılık yapan köylüler binek hayvanları ile getirdikleri odun, gıcıme (kozalak), kabuk gibi yakacakları da Yeni Cami önünde satarlardı.
Düğünler, sünnet, mevlit gibi sosyal birliktelikler, cenaze merasimleri de evlerde, avlularda, bahçelerde yapılırdı. Evler, avlular, bahçeler çok müsaitti. Arnavut Kaldırımlı sokaklarımız dardı ama dostluklar genişti. Ayrı mahallelerde yaşayanlar bile komşuluk, akrabalık, tanıdıklık ve aynı havayı paylaşıp, suyu içmenin verdiği duygularla birliktelik kurarlardı. Yoksul kendini belli etmez, aileler kendinden daha düşkün olanlara kol kanat gererlerdi. Çoğu aile köylerden gelen öğrencilere kapılarını açar, yardımcı olmayı görev bilir, Ramazan’da öğrenci ve hafızlara sofralar kurulurdu. Günlük hayatta ev eşyalarının paylaşılması ile başlayan dostluk “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” atasözünde yerini bulurdu.
Devam edecek.