Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı vardır.
“Gerede”
Ben diyeyim kırk, siz deyin elli sene kadar önce Arkut dağının Esentepe eteğinde, Karadeniz’in hırçın ve sert rüzgarlarıyla bezenmiş, ama bir o kadar da inadına yemyeşil tabiatı, tertemiz havası, görenleri kıskandıran masmavi gökyüzü ile, nufusu yedi sekiz bin kadar olan Gerede isimli şirin bir kasaba varmış.
“Geredeliler”
Bu kasabada mazbut bir hayat süren Geredeliler kendi hallerinde, günlük yaşarlarmış. Akşam bir somun ekmekle evlerine döner, çoluk çocuk tarhana çorbası kaşıklayıp, üzerine tahta dövecinde dövdükleri sarımsağı ve mis gibi tereyağ gezdirdikleri etli makarnayı yedikten sonra, ördek soba üzerinde bakır kazanda kaynayan sudan demleyip doldurdukları ince belli bardaktan çaylarını yudumlarmışlar. Bazıları metal tütün tabakalarından bir sarma tütün tellendirirken “Yaa bu da adamı öksürtüyor, iyi bir şey değil ama bizim de tek keyfimiz bu işte” diyerek radyodan ajans haberlerini, Mikrofonda Tiyatro’yu, Safiye Ayla’yı, Münir Nurettin’i, Nezahat Bayram’ı dinlerlermiş. Soba üzerinde kavrulan kestaneler ev halkına birer birer eşit şekilde pay edilirmiş. Küçükler paylaşmayı ve kanaatkâr olmayı böyle öğrenirlermiş. Müezzin İbrahim günün yorgun bedenlerini nefis sesiyle yatsıya çağırdığında birlikte saf tutarlar ve camiden çıkışta birbirlerinin ellerini dostça sıkıp “Allah kabul etsin” diyerek evlerine dönerlermiş. Yeni güne de yine sabahın ilk ışıklarından önce başlarlarmış.
Ayakkabıcı, yemenici, demirci, bakırcı, manifaturacı gibi uğraşı olanların bir kısmı Yine Müezzin İbrahim’in kendine has tarzı ile, saba makamında okuduğu ezana çağrısına uyarak girdikleri camiden sonra o gün nerede pazar kuruluyorsa şoför Halit’in burunlu otobüsüyle yola çıkar, akşam eve biraz daha fazla ekmek getirebilmek için çalışırlarmış. Debbağlar da istim kazanlarını bir an evvel yakmak için tabakhanelere gidermiş. Terziler bayramlıkları yetiştirmek için geceleri de çalışır, diktikleri elbiseleri müşterilerine prova etmeden vermezlermiş. Berberler daha fazla makas oynatırmış düğünlerde, bayram öncelerinde. Dükkanlar “Bakkal Mehmet Emin, Saraç İhsan, Terzi Necmi, Şekerci Tevfik, Attar Durmuş, Ayakkabıcı İsmail, Berber Mesut, Tabak Abdurrahman gibi, okunduğunda anlaşılan isimler yazılı levhalarla yansıtırmış insanların ruhunu.
Dükkânlarını besmele ile açan esnaf, sokaklarını elbirliği ile temizler, birbirlerine hayırlı kazançlar dileyerek işlerine başlarmış. Onları bir arada huzurlu ve işlerini bereketli kılan hasletlerden bir tanesi de dürüstlük ve işlerini sağlam yapmalarının yanında, birbirlerine olan saygıları ve “Ben bugün para kazandım, siz lütfen şu arkadaştan alır mısınız” diyerek o gün alışveriş yapmayan komşusuna müşteri göndermelerinin sırrında gizli imiş. Hatıp Hoca bas bariton sesiyle ikindiye çağırdığında işler bırakılır, Aşağı Tekke minaresinden Hacı Hamdi ve Bey Camii Minaresinden Hafız Taktak Fahri’nin İstanbul camilerini yansıtan akşam ezanı ise insanları evlerine doğru hızla koştururmuş.
Devam edecek.