DERE YATAĞI
Geçen hafta sonu yağmurlar bazı yörelerde sel felaketlerine sebep oldu. Bursa Kestel’de meydana gelen felaketin görüntülerini TV haberlerinde gördük. Can kayıpları, mal kayıpları, acılar, üzüntüler.
Sel felaketleri son yıllarda birçok yerde sık görülüyor. Coğrafi, iklim yapısıyla beraber, ormanın azalması, betonlaşmanın artması, zeminde toprağın yerini asfalt veya betonun alması, bilhassa altyapı tahliyesinin yetersizliği önemli etkenlerdendir. Kaynağı insana dayanan bir sebep daha var ki o da sürekli ihmal edilen ve eminim en önemlisi, bazı yerleşim yerlerinin dere yataklarında veya dere yatağı kenarında kurulmuş olmasıdır. Bunu şehir ve çevre planlamacıları çok iyi bilirler, benimkisi sadece yaşananlardan gözlem.
Bir arkadaşım paylaşmış. “Dere yataklarını işgal edenlerin şikâyete hakları yoktur. Dere, yatağını 100 yıl da olsa, 500 yıl da olsa geri alır” diye yazmış. Ben de geçmişten bir olayı hatırladım. Belki bunu daha önce de burada yazmışımdır ama hani ne derler, “Et-tekrar-u Ahsen, velev kane yüz seksen.” yani tekrar güzeldir, yüz seksen kere bile olsa.
Yıllar önce İzmir’de dere yatağına kaçak bina yapanların haksız şikayetlerine o zamanın Belediye Başkanı Burhan Özfatura’nın gerçeği yansıtan cevabı; “Ben size imkan, onay vermedim, yaptıklarınıza göz yummadım, yıktım yıktım siz tekrar tekrar kaçak yaptınız, kendi sonunuzu hazırladınız” olmuştu. Ama insanoğlu işte hala düşünmez, bir yolunu bulur, ne yapar eder, yanlış menfaat için geleceğini göz ardı eder. Siyaseti kullanır, bürokratı kullanır, kontrolü kullanır, kullanır da kullanır. Hırsı ile, doyumsuzluğu ile, belki çaresizliğini kullananların etkisiyle, ben ne yapıyorum diye düşünmez.
Yine geçen yıllarda, Bartın, Devrek gibi çok yakınlarımızda olan sel felaketlerini de belki hatırlayanlarınız vardır. Bartın’daki selin izini evlerin ikinci kat balkonlarının üzerinde gördüğümde inanamamıştım.
Çocukluğumda ve gençlik yıllarımda şehrimizin kuzey yamaçları henüz tamamen orman değilken yağmurla beraber şehrimizin içinden geçen Dayıoğlu deresi duvarlarını aşar, şimdi terminal olan alan tamamen göl olur, D-100 ün alt tarafı, Orman İşletmesi alanının batı kısmı selin taşıdığı taşlar, kumlar, ağaç parçaları ile dolardı.
Şükür ki şimdilerde Arkut Ormanı, Esentepe, Kavacığın Düz ve şehrimizin kuzey yamaçlarındaki ağaçlandırmalar yağmurun sele dönüşmesini engellemede önemli etken oldu. Yine şehrimizin meyilli bir arazi üzerinde kurulu olması suların birikmesini engelliyor, ama zeminin gittikçe betonlaşması, asfalt kaplamanın artması ve şehrin büyümesine ters orantılı alt yapı da tehlikenin habercisi gibi. Bir kaç yıl önce şehrimizde yıllardır görmediğimiz sel felaketini bilhassa Demirciler Mahallesi, Tabakhaneler çevresinde yaşamıştık. Tesellimiz can kaybının olmaması sadece maddi hasarla atlatmış olmasıydı.
Yeni yerleşim yerlerimiz için temennim, şehir planlamacılarının her şeyi iyi ölçüp biçiyor olmalarıdır. Şehirleşme yolunda isek, şehirleşmenin kurallarını istisnasız doğru uygulamak zorundayız. Bunun için beş on yılı değil en az elli yıl sonrasını düşünmemiz gerekir. Kişiler, hatta toplum için yapılan hatalı uygulamalar acı bedeller ödetebilir. Selçuklu ve Osmanlı, altından küçücük bir su geçen dere üzerine, neden en az elli yıllık su debisine göre köprü yaparlarmış bunu çok iyi anlamak gerekmez mi?
Sağlık, huzur ve mutlulukla yaşanacak bir Gerede için…