Türkiye’de emeklilik sistemi yıllardır tartışılıyor. Ancak bazı örnekler var ki, ne akla ne de vicdana sığıyor. Bugün sizlere aktaracağım durum, bu sistemdeki derin adaletsizliği çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor.
Aynı yaşta, benzer hayatlara sahip iki bireyi düşünün. Hayat yolculuklarına birlikte başlamışlar. Ancak biri işe 8 Eylül 1999’da başlamış, diğeri ise yalnızca bir gün sonra, 9 Eylül 1999’da. Aralarındaki fark yalnızca 24 saat. Fakat iş emekliliğe geldiğinde, bu bir günlük fark tam 17 yıla kadar uzayabiliyor.
Evet, yanlış duymadınız. Bir gün yüzünden bir ömür fark ediyor.
8 Eylül 1999’dan önce işe başlayan biri, Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) düzenlemesi sayesinde emekli olabiliyor. 3.500 prim günüyle, hatta askerlik borçlanması yoluyla bu hakkı elde etmesi mümkün. İster ilkokul mezunu olsun, ister üniversite mezunu… Sistem için tek belirleyici kriter, hangi gün işe başladığınız.
Ancak üniversite mezunu bir birey düşünün. Yıllarını eğitimle geçirmiş, ülkesine katma değer üretmek için çabalamış, 8.000 prim günü ödemiş, uzun süre sistemin yükünü taşımış. Yine de, yalnızca bir gün geç, 9 Eylül 1999’da işe başladığı için EYT kapsamı dışında kalıyor. Üstelik askerliği üniversite sonrası yaptığı için borçlanma hakkı da işe girişini geri çekemiyor. Yani hem daha çok çalışmış hem de daha fazla prim ödemiş biri, sisteme geç dahil olmuş sayılıyor.
İronik ama gerçek: Sistem, daha az okuyanı ödüllendirirken; daha çok emek veren, daha nitelikli bireyi cezalandırıyor.
Askerliğini 1998’de yapıp 2001’de sigortalı olan bir kişi, askerlik borçlanmasıyla sigorta girişini geçmişe çekip 3.500 günle emekli olabiliyor. Oysa üniversite mezunu biri 2000’de işe başlamış, askerliği mezuniyetten sonra 2001’de yapmış olsa dahi, aynı borçlanmayla bu avantajı elde edemiyor. Sigorta başlangıcını geriye çekemediği gibi, emeklilik de hayal oluyor.
Yani ne kadar çok okursan, o kadar geriden başlıyorsun. Ne kadar donanımlıysan, sistem seni o kadar geç bırakıyor.
Genç yaşta üretmeye başlasan da fark etmiyor; üniversite mezunuysan, sistem seni zaten “gecikmiş” kabul ediyor.
Bu adaletsizlik sadece bireyin değil, toplumun geleceğine de darbe vuruyor. Çünkü bilgiye, eğitime ve üretkenliğe değer vermeyen bir sistem, uzun vadede nitelikli insan kaynağını kaybetmeye mahkûmdur. Başarıyı cezalandıran, çabayı görmezden gelen bu yapı; gençleri eğitimle değil, kestirme yollarla ilerlemeye teşvik ediyor.
Bugünkü sistem, bir anlamda yanlış tercihlere prim veriyor. Sorgulayan, çalışan, kendini geliştiren bireylerin emeğini yok sayıyor. Emeklilik sisteminde adalet sadece bir kelime olarak kalıyor; gerçekte ise bir çelişkinin adı haline geliyor.
Bu durum, yalnızca “çok okuyan” bireylerin değil, okuduktan sonra dahi iş hayatına erken atılan bireylerin bile sistem tarafından geri plana itildiğini gösteriyor. Yani kişi geç kalmasa dahi, eğitimi nedeniyle uğradığı gecikmenin bedelini yıllar sonra emeklilikte ödüyor.
Bu durum yalnızca birkaç kişinin değil, yüzbinlerce insanın hayatını doğrudan etkiliyor. Üstelik mağdur olanlar, çoğunlukla devlete en fazla katkı sunmuş, en çok prim ödemiş, en çok çalışmış bireyler. Ama sistem onlara diyor ki:
“Sen bekle. Çünkü sen bu vatana daha çok hizmet etmeyi, daha fazla katkı sağlamayı tercih ettin.”
Peki, bu adil mi?
Eğitim almış, daha fazla çalışmış, daha çok prim ödemiş bir bireyin, sadece işe giriş tarihi bir gün geç olduğu için 17 yıl daha beklemesi hangi vicdana, hangi hukuk anlayışına sığar? Bu sadece teknik bir detay mı, yoksa derin bir sistem arızası mı?
Adalet sadece mahkemelerde aranmaz.
Sosyal adalet de bir toplumun temel yapı taşıdır.
Ve bugün bu yapı taşı yerinden oynuyor.
Geç Kalmadan Duyulmalı Bu Ses
Buradan yetkililere, karar vericilere ve kamu vicdanına sesleniyorum:
Bir günle 17 yıl fark olmaz.
Bu fark yalnızca resmi evraklarda değil; insanların umutlarında, planlarında, hayallerinde ve hayatlarında derin yaralar açıyor.
EYT düzenlemesi yapılırken gözden kaçan bu adaletsizliklerin bir an önce telafi edilmesi gerekiyor. Bu ülkenin eğitimli, çalışkan, yıllarca prim ödemiş insanları, yalnızca bir gün farkla mağdur edilmemeli.
Çözüm basit değil, ama mümkün.
Prim günü, yaş ve hizmet yılına dayalı daha adil bir sistem inşa edilmeli. Borçlanma hakkı konusunda eşitlik sağlanmalı.
Çünkü sosyal adalet, sadece rakamlardan ibaret değildir.
Ve o adalet terazisi bozulursa, hepimiz dengemizi kaybederiz.