Eren, Keçi Kalesi’nde bulduğu gizli taş kapıyı kapatıp ayrıldıktan sonra, aklındaki ipucunun peşine düşerek gerçeği daha derinlemesine araştırmaya karar verdi. Gerede’nin derinliklerindeki sırlar gün yüzüne çıkmak üzereydi.
Sabahın erken saatlerinde, Eren, Gerede’nin en yüksek yaylalarından biri olan Rumşah Yaylası’na doğru yola koyuldu. Kuzeyde yer alan ve 1600-1900 metre yükseklikte bulunan bu yayla, derin ormanları ve sessizliğiyle efsaneleri yaşatır görünüyordu. Orada bulunan yaşlılardan biri olan Mustafa Dede, yıllarca bu yaylada yaşamış, dağları ve gizemli patikaları iyi bilen biriydi.
Eren, Mustafa Dede’yle sohbet ederken, yaşlı adam özellikle yaylaların derinlerinde bulunan kadim bilgileri işaret etti. Ona göre, bu yaylaların başlıca özelliği sırlarla dolu gizli patikaları ve bu patikaların çevresinde rastlanan tuhaf taşlar ve çözülemeyen yazılardı. Mustafa Dede, “Kızılçam ormanlarının çok derinlerine inersen, bazen çok eski zamandan kalma taşlara rastlarsın. Kimisi içinde hazine arar, kimisi ise sadece onlara saygı duyar,” diye anlattı.
Eren, bu sözlerin ardında yatan gerçeği anlamak için yaylanın çevresini incelemeye başladı. Kızılçam ormanlarında derinlere gittikçe, zaman zaman karşısına üzerinde semboller bulunan taşlar çıkıyordu. Bu semboller, sanki Gerede’nin antik geçmişinden gelen birer mesaj gibiydi. Özellikle bir taş, dikkatini çekti; üzerinde spiral şeklinde oyulmuş bir desen vardı. Bu deseni inceledikçe, Eren’in aklına geceleri yıldızlarla kurduğu bağlantılar geldi.
Mustafa Dede, Eren’e yaylanın yakınlarında bulunan Hasbeyler Yaylası’ndan bahsetti. Bu yaylanın geçmişte birçok gizeme ev sahipliği yaptığı, orada bulunan taşların ve bitki örtüsünün halk arasında birçok efsaneye konu olduğu anlatılıyordu. Özellikle yaylada yetişen kanlıca mantarlarının, sonbaharda toplanarak sofralara taşınmasının bölgenin önemli bir geleneği olduğundan bahsetti. Hasbeyler Yaylası, 1600-1900 metre yüksekliklerinde bulunuyordu. Sonbaharda Gerede halkı bu yaylaya giderek kanlıca mantarlarını toplar, bu lezzetli mantarları pişirip sofralarına taşırdı.
Yaylanın kendine özgü atmosferi, ona gizemli bir hava katıyordu. Mustafa Dede’ye göre, Hasbeyler Yaylası’nda bir zamanlar antik Bitinyalılardan kalma bir yapının bulunduğu ve bu yapının zamanla yok olup gittiği söyleniyordu. Gerede halkı, bu yapının tarihi bir kalıntı olarak önem taşıdığına inansa da, manevi olarak bu tür eski tapınaklardan etkilenmemekteydi.
Eren, Hasbeyler Yaylası’nın büyülü ve gizemli atmosferine adım attı. Yaylanın yükseklerinde, MÖ 3. yüzyıldan kaldığı tahmin edilen taş kalıntılarına rastladı. Taşları incelediğinde, bunların sıradan yapıtaşları olmadığını fark etti; üzerlerindeki desenler ve semboller, Eren’in daha önce Keçi Kalesi’nde bulduğu sembollerle çok benzerdi. Bu benzerlik, ona Gerede’nin sırlarının sadece bir noktada değil, tüm ilçeye yayıldığını düşünmüştü.
Eren, yayladaki incelemelerini sürdürürken, aniden hava bulutlanmaya başladı. Yaylanın üzerini yoğun bir sis kaplamıştı. Bu sis, Eren’i görünmeyen geçitlerin ve kayıp izlerin peşine sürüklüyor gibiydi. Bu anlarda, Mustafa Dede’nin söylediği “gerçekten arayanlar, bu yaylanın sırlarına erişir” sözü kulağında yankılandı. Yaylanın derinliklerinde, sisin ardından beliren eski bir yapı görünmeye başladı. Bu yapı, Eren’i gerçeğın izine bir adım daha yaklaştırıyordu.
Eren, yapıya yaklaştıkça üzerinde eski harfler ve semboller bulunan bir kapıyla karşılaştı. Bu semboller, Keçi Kalesi’nde bulduğu kapıdaki sembollerle çok benzerdi. Kapının üzerinde, “Kratia’nın Kalbi” yazıyordu. Bu ifade, Eren’i derin bir düşünceye sürükledi. Kratia, Gerede’nin eski isimlerinden biriydi ve bu ifadenin ardında yatan gerçek, belki de Gerede’nin tarihinin en derin sırrıydı.
Kapıyı zorladığında, çok eski ve ağır bir yapı olduğu için kolayca açılamadı. Fakat bu durum Eren’i durdurmadı. Yanında getirdiği kazı aletleriyle kapıyı açmaya karar verdi. Saatler süren çabaların ardından, kapı yavaşça aralanmaya başladı. Kapının ardında, karanlık bir koridora açılan bir mağara ortaya çıktı. Eren, el fenerini çıkararak koridora doğru ilerlemeye başladı.
Bu karanlık koridor, Eren’i kadim bilgilerin ve gizemli geçitlerin dünyasına çekiyor gibiydi. Duvarlarda antik yazılar ve simgeler bulunuyordu. Bazı simgeler, Gerede’nin yaylalarında bulduğu taşlardaki sembollerle aynıydı. Eren, bu antik yapının tarihsel ve mistik açıdan büyük bir öneme sahip olduğuna yürekten inanıyordu.
Eren’in bu karanlık koridorda attığı her adım, onu Gerede’nin gerçek hazinesine bir adım daha yaklaştırıyordu. Bu hazine, sadece altın ve mücevherlerden ibaret değildi. Gerçek hazine, Gerede’nin derin tarihi ve bu topraklarda yaşamış insanların bıraktığı kültürel mirastı. Belki de Eren, Gerede’nin gerçek sırrını bulmaya her zamankinden daha yakındı.
(Devamı gelecek)