Eren, Hasbeyler Yaylası’nda Mustafa Dede’nin rehberliğinde yaptığı keşif sırasında, Kratia’nın Kalbi olarak bilinen gizemli bir kapıyı bulmuştu. Bu kapı, Gerede’nin kadim bilgilerini ve sırlarını saklayan bir geçide açılıyordu. Üzerindeki semboller ve ‘Kratia’nın Kalbi’ yazıtı, Gerede’nin eski adı olan Kratia’ya göndermede bulunarak bu yerin tarihi ve manevi derinliğini gözler önüne seriyordu.
Eren, Kratia’nın Kalbi’nin kapısını aralayıp el feneriyle karanlık koridora girdi. Koridorun havası, çok eski bir dönemden kalma gömülü sırların şu an ortaya çıkmak üzere olduğunu hissettiriyordu. Duvarlarda, her biri yüzyılları aşarak bu günlere kadar gelmiş, karmaşık motifler ve yazılar bulunuyordu. Bu yazıların arasında, Geredeli İshak Bin Murad’ın eserlerinden tanıdık sözcüklere rastladı.
“Edviye-i Müfrede”ye ait Şifalı bitkiler hakkındaki bu yazılar, İshak Bin Murad’ın bölgede yaptığı çalışmalardan arta kalan notları gibiydi. Çok eskimiş bir duvar panelinde, kanlıca mantarının şifalı özelliklerinden bahseden betimlemeler vardı. Eren, Gerede’nin Şifalı bitkileri ve özellikle mantarlarıyla öne çıktığını, bunun da bölge halkının sözlü anlatılarında ve çok eski tıbbi bilgilerin kalıntılarında yer aldığını fark etti.
Koridorun sonunda geniş bir oda belirdi. Bu oda, sanki zamanın ötesinden gelmiş gibiydi; içeri girer girmez yerde ve duvarlarda şifalı bitkilerin kurutulmuş yapraklarına, antik zamanlardan kalma taş kaplara ve bitki resimleriyle süslenmiş duvar tablolarına rastladı. Özellikle ortadaki büyük masa, İshak Bin Murad’ın çalışmalarını yaparken kullandığı çeşitli notlarını barındırıyor gibi duruyordu.
Masanın üzerindeki bir yazıt parçasında, Gerede’de yetişen Şifalı bitkilerden bazılarının isimleri yazıyordu: ebem gömeci, sarı kantaron, ve kanlıca mantarı… Bu bitkilerle ilgili notlar, Çok eski hekimlerin izinden gidilerek yazılmış, özenle düzenlenmişti. İshak Bin Murad’ın, Hipokrat ve Galen gibi büyük tıp üstatlarının bilgilerini kullanarak hazırladığı ve kendi tecrübeleriyle zenginleştirdiği bu notlar, Eren için çok önemli bir bulgu oldu.
Eren bu odada, Geredeli İshak’ın sadece bitkisel tedavileri değil, aynı zamanda bölge halkının kullanımına sunduğu basit tıbbi bilgileri de belgelemiş olduğunu fark etti. Bu bilgiler, halkın yaylalarda yaşarken karşılaştığı çeşitli hastalıklara ve doğal koşullara nasıl uyum sağladıklarını gözler önüne seriyordu. Eren bu çalışmaların, sadece tarihsel değil, aynı zamanda manevi bir değer taşıdığını hissetti.
Koridorun daha derinlerine ilerleyince çok daha büyük bir kapıyla karşılaştı. Bu kapı, üzerinde birbirine dolaşmış şifalı bitkilerin oyma desenleriyle süslenmişti. Kapının ortasında ise bir yazıt bulunuyordu: “Gerede’nin Kalbi: İlmi ve Doğanın Birleştiği Nokta” Bu ifade, Gerede’nin sırrının sadece kayıp bir hazine ya da antik bir yapı olmadığını, aynı zamanda İshak Bin Murad gibi önemli şahsiyetlerin bölgeye kattığı tıbbi ve kültürel bilgilerin önemli bir parçası olduğunu ortaya koyuyordu.
Eren, bu kapının ardında daha fazla sır ve belki de Gerede’nin geleceği için önemli bilgilerin saklı olduğunu hissetti. Tıpkı Mustafa Dede’nin dediği gibi, gerçekten arayanlar bu yaylanın sırlarına erişir. Eren de bu sırra ulaşmanın eşiğinde hissediyordu kendini. Kapıyı açmak için hazırlanırken Gerede’nin sırlarının sadece bu bölgedeki insanların değil belki de tüm insanlığın mirası olabileceğini düşünüyordu.
(Devamı gelecek…)