Eren, eski haritanın izini sürerken kendini Gerede’nin kuzeyinde, Esentepe ile halk arasında “Kavacık’ın Düzü” olarak bilinen yerlerin ortasındaki Dayıoğlu Deresi’ne doğru giderken buldu. Bu dere, köklü bir geçmişe sahipti ve halk arasında birçok efsaneye konu olmuştu. Özellikle derenin suyunun birkaç metre yüksekten aktığı, “Şelale” diye bilinen bir yer vardı. Burası her ne kadar gerçek bir şelale olmasa da, akan suyun yüksek duvardan döküldüğü bu alan halkın ilgisini çekiyordu.
Günün ilk ışıklarıyla birlikte derenin soğuk ve temiz havası, Eren’in zihnini açıyor, onu keşif duygusuyla dolduruyordu. Suyun döküldüğü yüksek duvara dikkatle baktı ve haritanın burayı işaret ettiğini fark etti. Bu duvar, sıradan bir kaya parçasından fazlasını barındırıyor olabilirdi. Eren, haritayı ve geçmişte keşfettiği sembolleri anımsayarak duvardaki çıkıntıları ve oyukları dikkatlice inceledi.
Bir süre araştırdıktan sonra, suyun döküldüğü duvarın arkasında belli belirsiz bir oyuk fark etti. Eren, derenin etrafında bulunan ince çakıl taşlarından ve yosunlu kayalardan dikkatlice yürüyerek bu gizli oyuk bölgesine yaklaştı. Oyuk, doğal bir yapı gibi görünse de, yakından bakıldığında insan eliyle yapılmış detaylar taşıdığı anlaşılıyordu. Taşın üst kısmında eski Bithynia dönemine ait semboller vardı; bu semboller, Kratia’nın (Gerede’nin) antik çağlardan beri koruduğu sırlara açılan bir kapı olabilirdi.
Eren, derin bir nefes alarak suyun döküldüğü bu duvarın arkasındaki geçidi keşfetmeye karar verdi. Kaygan taşlardan dikkatle geçerek, oyuktan içeri süzüldü. İnce ve dar bir geçit onu geniş bir alana çıkardı. İçeri girdiğinde, karşısına eski bir yerleşim alanını andıran, taşlarla örülü geniş bir alan çıktı. Bu alanın ortasında, üzerinde oyulmuş semboller bulunan dairesel bir sunak yer alıyordu. Taşa işlenmiş semboller, Gerede’nin şifalı bitkilerini ve doğayla olan ilişkisini temsil ediyordu. Bu semboller arasında, bölgeye özgü bitkiler ve şifa geleneğinin izleri vardı; sarı kantaron, ebem gömeci ve kanlıca mantarını simgeleyen şekiller, taşın yüzeyine ustalıkla oyulmuştu. Bu semboller, Eren’e İshak Bin Murad’ın bitkisel tedavi bilgilerini anımsattı.
Sunak çevresinde dikkat çeken bir başka detay daha vardı. Taşların arasına yerleştirilmiş birkaç madeni parça ve eski mühürler, Roma dönemine ait Flaviopolis ismini taşıyordu. Bu mühürlerde “Cratia’nın Kalbi” ifadesi yer alıyordu. Kratia, Gerede’nin antik adıydı ve bu mühür, buranın Bithynia’nın ruhani merkezlerinden biri olduğuna işaret ediyordu. Eren, burada sadece tarihi değil, aynı zamanda kutsal bir alanda bulunduğunu hissetti.
Etrafını dikkatlice inceleyen Eren, taşlardan birinin üzerindeki motiflerin Roma döneminin bilinen piskoposlarından biri olan Epifanios’un sembollerine benzediğini fark etti. Bu sembol, 431 yılında yapılan konsile katılan Epifanios’un hatırasını taşır gibi duruyordu. Bu işaret, Gerede’nin dini ve kültürel önemini doğruluyor, burayı kutsal bir yer haline getiriyordu.
Eren, sunaktaki sembollerin arasındaki küçük bir taş kapağı fark etti. Kapağı açtığında, içinden ince bir rulo halinde sarılmış eski bir parşömen çıktı. Parşömende “Kratia’nın Göğsündeki Kalp” ifadesi ve eski Bithynia halkının kadim bilgileriyle dolu bitkisel tedavi yöntemleri yazılıydı. Bu bilgilerin arasında Gerede’nin şifalı bitkileriyle ilgili detaylar, eski hastalıkların tedavisi ve halkın doğal yaşamla uyumlu bir şekilde yaşama yolları yer alıyordu.
Eren, elindeki parşömene dikkatle baktı. Bu metin, Gerede’nin geçmişten günümüze taşınan mirasının bir parçasıydı. Bu bilgilerin sadece Gerede halkının değil, belki de insanlığın kadim bilgeliğine ışık tutabileceğini düşündü. Sunakta saklanan bu bilgiler, Gerede’nin doğasını ve kültürünü yaşatan değerli bir hazineydi.
Dereden ayrılmadan önce, parşömeni özenle yerine yerleştirdi. Gerede’nin kalbine, Kratia’nın antik ruhuna duyduğu saygı, bu sırrı sadece hak edenlerin bulması gerektiği düşüncesini pekiştiriyordu. Şelale olarak bilinen bu gizemli bölgeden çıkarken, Eren kendisini geçmişin bilgeliği ve geleceğin sırları arasında bir köprü gibi hissetti. Gerede’nin sırları artık onun için bir keşif değil, kadim bir emanet haline gelmişti.
(Devamı gelecek)