Geçtiğimiz ay ülkemizin de bulunduğu kuşakta hava sıcaklığı normalin üstünde gerçekleşirken şehrimiz Gerede çok da alışık olmadığı bu sıcaklıktan oldukça etkilendi. Biz Ağustos ayı da olsa bazen sobalarımızı geceleri yaktığımızı biliriz. Tabii olarak bunda şehrimizin coğrafi konumunun oldukça yüksek bir yayla gibi olması etkendir. Bazen Gerede dışında bunaltıcı sıcağın yaşandığı bir yerdeysek “Ah şimdi Gerede’de olmak vardı” diye anarız.
Karadeniz ve Balkanlardan gelen soğuk hava Arkut Dağı’nın yaklaşık 1500 – 1700 metre yüksekliğine çarparak soğukluğu ile beraber ilk yağış yükünü Batı Karadeniz’le İç Anadolu arasında bir geçiş yeri olan Gerede’ye bırakır. Gerede’liler bilir Arkut’taki kara bulutlar havanın soğuyacağının işaretidir.
İşte coğrafi iklim şartları böyleyken bu yıl Gerede’de de 34 – 36 derecelere ulaşan sıcak hava oldukça bunaltıcı oldu.. 2005’te o sıralar gündem olan küresel ısınma, çölleşme bulgularına dayanarak “Yıl 2020 Gerede’de Bir Pazar Günü” başlıklı yazımda ki yazdıklarım o zaman sadece hayali bir bakıştı, şöyle yazmışım; “Ne oldu, nasıl oldu da Gerede’de Haziran’da 30 derecelere varan sıcaklar ortaya çıktı? Esentepe ve çevresindeki ağaçlar nasıl yok oldu, Arkut dağında ormanın yerini nasıl çıplak tepeler aldı? Su kaynakları neden kurudu, toprağa ne oldu da kıraçlaştı. Buna bağlı olarak bitkiler, böcekler, hayatın devamını sağlayan besin zincirindeki canlılar nasıl teker teker yok oldular?” diye sormuştum. Sıcaklığın 28-30 derecelere çıkıp, su kaynaklarının israfı ile, hatalı tarımsal faaliyetlere çevre kirliliği ve ağaçsızlığa bağlı olarak Gerede çevresinde, bizim bulunduğumuz kuşakta bile kısmen de olsa çölleşmenin ortaya çıkacağını ama yine de ülkemizde Bolu Gerede Kastamonu Sinop kuşağının yaşanabilir bir yer olarak kalacağını yazmıştım.
Şimdilik bu kaygım gerçekleşmedi gibi görünmekle beraber bu yaz yaşanan 36 dereceye varan sıcaklığın olumsuz veya olumlu etkisi önümüzdeki zamanlarda ortaya çıkacaktır. Bilhassa yaşanan orman yangınlarının tabii hayata olumsuz etkiler, ani yağışlarla oluşan sel felaketleri, yine İç Anadolu düzlüğünde yer altı su kaynaklarının yok olmasıyla ortaya çıktığı söylenen obruklar bunun yakın habercisi olabilir.
Depremler, atmosferik hava şartları bizim önceden belirlediğimiz olaylar değil. Lakin, suyu doğru kullanma, kimyasalların kullanılmadığı yeterli ve biyolojik mücadele ile, genetiği değiştirilmiş tohumlar yerine ata tohumlarla yapılan tarımsal üretim, tabii ortam yok edilmeden şehirleşme, teknolojinin zarar vermeyecek şekilde geliştirilmesi, atıkların geri dönüşümü gibi benzer uygulamalar, ehil yönetimlerce planlanıp, ehil kişilerce uygulandığında varlığımız, genetiğini korumuş halde mutant yapılara dönüşmeden sürdürülebilir. İşte o zaman belki bizi insan yapan ahlaki benliğimizi de kusursuz yaşayabiliriz.
Bunlar beni ilgilendirmiyor diyenler aynı dünyada yaşadıklarını unutmamalılar.
Sağlıkla kalın…