Değerli okurlarım Çanakkale için 2010 yılında yazdığım bir makalemi sizlerle paylaşıyorum.
Çanakkale 1915 – 1989
1989’da bir çok meslektaşımla birlikte Ayvalık’ta bir eğitim seminerinde buluşmuştuk. Semineri anlatarak sizi meşgul edecek değilim tabi. Anlatmak istediğim bu seminer esnasında yaptığımız bir gezi ile ilgili.
Yurdun hemen her yerinden, batılı, doğulu, Akdeniz’li, Karadenizli, İç Anadolu’lu, Türk, Kürt, Suni, Alevi, Süryani altmış- yetmiş kişiyiz. Tam bir Anadolu mozayığı gibiyiz. Eğitimin son günlerine doğru planlanan bir program dahilinde Çanakkale gezisi yapılacak. Hepimiz katılıyoruz.
Gün ışımadan ulaştığımız Çanakkale ilk durağımız. Öğretmenevindeki konaklama, kahvaltı ve kısa dinlenmeden sonra, Çanakkale Milli Eğitim’den bir müdür yardımcısı bizlere rehberlik etmeye başlıyor ve feribotla Eceabat’a geçiyoruz. Eceabat’lı Halk Eğitimi Merkezi Müdür Yardımcısı da rehberlik için katılıyor.
İki rehberle Gelibolu Yarımadası’nı gezimiz başlıyor. Yol boyunca zaman zaman araçlardan iniyoruz ve rehberlerimiz Çanakkale Savaşları ile ilgili tüm bildiklerini bizlere büyük bir şevkle aktarıyor, mekanları gösteriyorlar. İstisnasız tüm savaş alanları, cepheler atlanmadan teker teker canlanıyor. Rehberlerimiz anlatmıyor, yaşıyorlar ve kaçınılmaz son hepimizi 1915-1916 mahşerine dahil ediyor. Nasıl geçtiğini bilmediğimiz zaman içinde Gelibolu’da akşama kadar cepheden cepheye koşup savaşıyoruz. Akşam ayrılığı bizi zamanda 1989’a döndürüyor, ama Çanakkale’nin ne demek olduğunu iliklerimize kadar anlatarak ve bizi sevgiliden ayrılmak zorunda kalan bir aşığın suskunluğuna mahkum ederek.
Neler mi gördük? Güne ait hiçbir şey, ama o günlere ait her şeyi gördük. Gördüğümüz mahşerdi. Mahşerde ne görülürse onu gördük ve artık hepimiz bu mahşerin birer neferiydik. Bizler orda vatan için yedi düvele karşı savaşmış, kanımızı son damlasına kadar vermiş, toprağa karışmıştık. Bir de Mehmetçik Şehitler Abidesi altında bir gurup üniversitesi öğrencisine, Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” şiirini muhteşem şekilde okuyarak açıklayan hocanın dersine izinle iştirak ettiğimizde, şiirde anlatılanları dehşetengiz bir şekilde yaşadık. Bu orada bulunanlar için sanki Hak’ka yükselişte son nefesti.
Bizler, okullarımızda öğrencilerimize, Çanakkale savaşının çok önemli bir savaş olduğunu söyler, bu zaferi bir tarih hikâyesi gibi anlatır dururduk. Bir de öğretmenlik mesleğimin ilk yıllarında, memleket sıkıyönetimle idare edilmeye başladığında bir Çanakkale anma programımızın, şehrimizin sıkıyönetim komutanı olduğunu söyleyen biri tarafından engellenmesini, yaptırılmamasını esefle hatırlıyorum. Yoksa Çanakkale’de toprak olan vatan evlatları bu kendini bilmez için mi şehit olmuştu?
Bu seminerden döndükten sonra meslektaşlarıma öğrencilerini mutlaka Çanakkale’ye götürmelerini söylemek benim için görev olmuştur. Bazı şeyler sadece anlatmakla olmuyor, yaşanması gerekiyor. Yaşayabilmek için de ruhlarımızın milli şuurla yoğurulması gerekiyor. İki yüz elli bin vatan evladını bir gül bahçesine girercesine ölüme koşturan aşkın yaşanması gerekiyor. Japonlar için Nagazaki, Hiroşima neyse bizim için de Çanakkale odur. Şuna kesinlikle inanmamız lazım ki bu topraklar üzerinde yaşayan her vatan evladının kalbine, dedelerimizin Çanakkale’de neden savaşıp şehit olduklarını ilmik ilmik işlemek boynumuzun borcudur. Her Türk evladı mutlaka, o kanla yoğurulmuş mekânın havasını hissetmeli, yaşamalıdır. Bence bu şuuru öğrencilerinin kalplerine kazıyamayan öğretmenler, ne yazık ki ilerde, “Çanakkale falan bilmem, buranın komutanı benim, ” diyen soysuzları başımıza bela ederler.
“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri” diye verilen işaretle, kan ve can verdiğimiz vatanımızın devamı Çanakkale ruhunu yaşayacak evlatları ile sürdürebilir ancak. Allah yar ve yardımcımız olsun.
Hala gidemeyenler için: http://www.360tr.net/17_canakkale/gelibolu