Küçükken diğer çocuklarla evin içinde koşuştururken; rahmetli babaannem ‘ıhh –ıhh’ diye seslice iç geçirdikten sonra galiba tercümesi olacak ‘’Bizde bir zamanlar sizin gibi hoplayıp zıpladık… Bak şimdi!’’ derdi. Bunu tam anlayabilmek için 40’lı yaşlılara gelmem gerekti. O günlerde babaannemin ‘ıhh –ıhh’ ları anlaşılmaz bir dırdırdı.
Otuzumuza gelinceye kadar önümüzdeki zamanın sınırlılığını anlayamadım. Sonraları Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘Otuz Beş Yaş’ şiirine takıldım. Otuz beş’te ömrümüzü yarılamış olmamalıydı.
Bana göre en azından; yaş elli.
Yarıladık yolu besbelli… Falan olmalıydı.
Çocukluk ve gençlikte zamanın sınırlılığını idrak edemeyişimiz haz ve heyecanların coşkunluğu ile hayatımıza renkli kılarken ilerleyen yaşlarda tecrübe edemeden kaçınılmaz karşılaşacağınız soğuk ölüm gerçeğine adım adım yaklaştığımızı panikleyerek hissetmekte ama yine de zamanı hoyratça tüketmekteyiz. Öte yandan yine genlerimizle bize yüklenmiş ihtiras ve bencilliklerimizi ilerleyen yaşlarımıza rağmen korunduğunu ve hayatın anlamı konusunda aldanışımızın bir parçası olduğunu da görmekteyiz.
Sıkıntıdaysan geçmek bilmez zaman. Tükeniverir güzel günler. Ve koşar adım yaklaşmaktayız mutlak sona (ileri yaş algısı) şairin dediği gibi: Ne içindeyim zamanın, nede büsbütün dışında. Durmadan akan bir an’ın tam ortasında…
Bir fıkra: Adam tanrıya seslenir! ‘’ Allah’ım’’ der. ‘’Bir soru sorabilir miyim?
‘’Tamam’’ der. Tanrı: ‘’Sor bakalım’’
‘’Tanrım’’ senin için bir milyon yıl bir saniyedir. Diyorlar doğru mudur?
Evet doğru.
Peki, bir milyon lira senin için nedir?
Benim için bir milyon lira bir kuruştur evladım.
A iyi der adam. ‘’ O zaman bana bir kuruş verebilir misin?
Tabi der Tanrı. ‘’Bekle bir saniye…’’